Salı, Mayıs 08, 2007

Kaptan Ahab, Moby Dick'in Peşinde...

Bizim Ahmet hayal saati sitesinde Sabah gazetesinden bir haber-röportajı alıntılamış. Suat Yalaz, Karaoğlan’ın film projesinden bahsediyor ve laf dönüp dolaşıp, dile kolay geliyor ama az değil, tam kırk yıldır yaptığı şeyi yineliyor ve Kartal Tibet’i itham eden sözler sarfediyor. Tibet’in başka firmalarla film çevirerek kendisini yarı yolda bıraktığını bu yüzden de sinema serüveninin bitmek zorunda kaldığını, neredeyse bitmez bir öfkeyle yineliyor. Ayrıntısına girmeyeceğim, Yalaz’ın sinema serüvenini bitiren Tibet değildir, ekonomik sıkıntıları, karşılaştığı icralardır. Yanında çalıştığı insanlara maaşlarını veremez duruma gelmiştir. Kartal Tibet, hakkında söylenenlere sadece bir kez o da ilk söylenildiği zamandı sanıyorum bir cevap veriyor, o kadar. Kim haklı kim haksız meselesini bir kenara bırakıyorum. Kırk yıl boyunca hiç usanmadan, her defasında sanki o anı yaşar gibi bir olay, bir anı, bir insan nasıl anlatılır, doğrusu bunu anlayamıyorum.

Üniversiteye ilk girdiğim yıllarda bizim fakültede ders veren, emekliliği gelmiş iki öğretim üyesi vardı. İkisi de aslen gazetecilerdi, en az otuz yıl birlikte çalışmışlar. İsim vermeyeceğim, biri felsefe kökenliydi, diğeri edebiyat diyelim. Felsefeci olan yazı işleri müdürü olarak amirliğini yapmış diğerinin. O Edebiyatçının Felsefeciye duyduğu nefretin benzerine hayatım boyunca rastlamadım. Felsefeci onu umursamazdı ama arada bir iki laf eder, diğerini gerçekten çıldırtırdı. Edebiyatçının durumunu düşünün! birini sevmiyorsun ama onunla çalışmak zorundasın. Hem de yıllarca… İş değiştiriyor, üniversiteye giriyorsun, yine aynı adam yakınında!… Hocalar, öğrenciler bu durumu bilir, gülerek birbirlerine anlatırlardı. Hınzır öğrencilerin sırf onları kızdırmak için laf taşıdıklarını biliyorum. Gerilimleri nedeniyle hemen herkesi güldüren, isimleri mutlaka bir arada hatırlanan insanlardı. Sonra emekli oldular. Plaket verilecek, biri diğeri geliyor diye gelmedi törene. Yedi sekiz yıl önce Felsefeci olan vefat etti. Bir yıldır okulda Ankara Basını ile ilgili kapsamlı bir belgesel yapılıyor. Edebiyatçı ile de konuşulmuş, merak edip ne söylediğine baktım. İnanılır gibi değildi, Edebiyatçı yine o Felsefeciden öfkeyle söz ediyordu. Adamın ölmesi yetmemiş, hâlâ tekrarlıyor, aynı şeyler, aynı sözler…Bilemiyorum belki onu hayata bağlayan bir nefret bu… Belki başka türlüsünü bilemiyor.

Bir iki gündür aklımdaydı, bir de üzerine Suat Yalaz’ın söylediklerini okuyunca, bu yoğunluk bana çok geldi… Romanesk olduğu kesin ama bu yoğunluk için sadece yazık diyebilirim!

2 Comments:

Anonymous Adsız yazdý...

muhterem levent bey,

yukarıda yazdılarınızı okurken, daha önceki bir kaç yazıda da suat yalaz usta hakkında söylediklerinizi hatırlayınca, sizde de "suat yalaz'ın kartal tibet'e duyduğu nefret kıvamında" bir suat yalaz nefreti geliştiğini düşünmekteyim..aranızda neler yaşandı bilemiyoruz ama (belki ileride "dinmeyen suat yalaz nefretim" adlı bir araştırma-inceleme (!) kitabı ile bunları anlatırsınız..)bu nefreti yerli yersiz ifade etmenizi doğru bulmuyorum..
kazım demirseçen

10/5/07 13:48  
Anonymous Adsız yazdý...

muhterem kazım,
yazdıklarım ortada, "daha önceki bir kaç yazıda da" dediğinize göre yazılarımı okuyorsunuz, sizden ricam hangi yazılar ise onlar, lütfen belirtin! kime ne demişim, kime ne nefreti göstermişim ben de bileyim. kişiselleştirici, yazının maksadını anlamayan sözlerinizi tarafgirliğinize yoruyorum. hayata hasımlar ve hempalar diye baktığınız anlaşılıyor, ben öyle bakmıyorum.
kolaylıklar

10/5/07 14:40  

Yorum Gönder

<< Home