Pazar, Nisan 27, 2008

Turhan Selçuk'un Çok da Bilinmeyen Çizgileri


Turhan Selçuk'un ilk yıllarında yaptığı işlerden, 1947 tarihli Sizin İçin dergisinde çizdiği ilüstrasyonları gördüm birkaç gün önce. Dergiyi Akbaba'nın yayıncısı Yusuf Ziya Ortaç çıkartmış, o sebeple mizah dünyasının aşina olduğu pek çok isim kadroda yer alıyor. Turhan Selçuk'un çizgileri karikatürize değil, ilginçliği bu yüzden. İster istemez dergideki bir başka ismi, dönemin gözde çizeri Şevki'nin [Çankaya] etkisinde bir çizgi bu. Hikaye ya da roman resimlemelerinde bu türden foto-realistik bir tarz (daha doğrusu herkesden Şevki ve Sururi gibi çizmeleri) istendiği için Turhan Selçuk da buna uygun bir çizgi kullanmış.

Resmedilen köy oldukça romantik... güzel kadınlar, yakışıklı çobanlar, şırıl şırıl pınarlar, yeşil ovalar.... O yıllarda köylü kızlar benzer biçimlerde resmedilmiştir... Esmer genç kızın başında, Cahide Sonku'nun meşhur ettiği Aysel eşarbı var örneğin...En azından andırıyor...Mahmut Makal'ın Bizim Köy'ü henüz yayınlanmamış.

Etiketler:

Cuma, Nisan 25, 2008

18 Köpek

güsel dergi...
link

Pazartesi, Nisan 21, 2008

Gümüş Çağ'a Dönüş?


90 larla birlikte, muhtemelen yeni bir milenyum öncesi kaygısı ile birlikte ana akım Amerikan çizgi romanlarında artık iyi adamlardan ziyade gösterişli-fiyakali, vahşi anti-kahramanlarin devri başlamıştı.
Gerekirse kötü adamlardan bile daha kötü olabilen kahramanlardı bunlar: kemik kıran Batman, vahşi Wolverine, zebani Spawn vs.

Ama 2000lerde (özellikle de 9/11'den sonra) bu trendin sonlanmaya başladığını, düşen Spawn ve Punisher satışları ile zaten yavaş yavaş hissetmeye başlamıştık.

Şimdi ise, 2000lerin ikinci yarısında galiba 70ler ve seksenlerin ilk yarısının ruhuna bir dönüş söz konusu.
Elimizdeki deliller gayet küçük ayrıntılardan oluşsa da yavaş yavaş değişen yeni iklime dair birkaç ipucu veriyor:

*Her şeyden önce DC, Crisis öyküleri sonucu Yarasa Adam'ın kökenini bir kez daha değiştirdi. Yeni "resmi tarih"e göre artık Bruce Wayne'in ebeveyninin katilleri bulunup adalete teslim edildi.
Bu, Gotham Şehrinin karanlığını ve haşinliğini bir parça yumuşatıyor. Bu karakterin "Kara İntikamcı" yönü, biraz da olsa törpülenmiş durumda.


*Örümcek Adam, kurgusal bir cerrahi ile yeniden bekar, yeniden züğürt ve yeniden melankolik. Kimine göre zekice, kimine göre ise hantalca bir dizi öykü müdahalesiyle Peter Parker, boşanmadan, tekrar eski haline, onu 1986'da bıraktığımız haline döndü.

Yine dayak yiyor, yine kaçan düşmanlarının peşinden Örümcek Telsizi fırlatıyor, ve uzunca bir aradan sonra (muhtemelen Dark Knight Returns ile Frank Miller tarafından ortadan kaldırılmış olan) düşünce balonları tekrar çizgi romanlara dönüyor.

Örümcek Adam'ın son kapakları da açıklamalı okları ve 70'lerde görülecek çığırtkanlıklarıyla tekrar o dönemi çağrıştırıyor.


* X-men'in çöküşü ve Justice Society of America'nın yükselişi.

2000lere geçtikten sonra ne olduysa oldu ve insanlar anksiyete ile dolu karanlık X-men öykülerini bırakıp daha berrak ve aydınlık öykülere kaymaya başladılar. Bu arada DC kendi geçmişiyle barışıp, Marvel usulü silahlı ya da pençeli anti-kahramanların değil pelerinli, etik ve bariz "iyi adam" kahramanların üzerine yoğunlaşmaya başladı.

X-Men'in satışları on yıldır düşmekteyken, DC'nin 1940lardan kalma karakterleri olan Amerika'nın Adalet Birliği JSA'nın "gerçek-zamanlı" maceraları (ekip 2000lere ayak uydurmaya çalışan 50-60 yaş civarı kahramanlar içeriyor) artan bir satış profili gösteriyor.


Tüm bu delillerin işaret ettiği, geçici bir retro-nostalji mi yoksa modern Amerikan üstün insan mitosu yeni bir moraliteye mi geçiş yapıyor, bunu muhtemelen 2011 civarlarında öğreneceğiz.

Yüzyıl (hatta binyıl) sonu muğlaklığı ve karanlığından, yüzyıl (ve binyıl) başı aydınlığına geçiş belki de her tür medyada rastlanan birşey, ama bu bin yıl 9/11 ile başladığı için bu aydınlığa bir de "eski parlak zamanlara kaçış" arzusu da eklenmiş galiba.

Salı, Nisan 08, 2008

Çiz-İzlet

Wacom, Wit, Lotus, Ligarba ve TRT ekranlarında yayınlanan bilişim rüzgarı programının sponsorluğu ile hayat bulan Çiz-İzlet projesi artık online yayında. Photoshop Magazin dergisinin resmi web sitesindeki bu proje ile Photoshop adeta internete taşındı (Basın Bülteninden)

link

Salı, Nisan 01, 2008

Arthur Clarke

Geçen hafta içinde bilim kurgu okumaları günlerimden bir hoş seda olan Arthur Clarke’ın ölüm haberi geldi.

Bilim kurgu romanları dünyasında başlıca iki ana ekol vardır. Bir tanesi ‘Damardan bilim kurgucular’ olarak nitelendirebileceğim, romanlarını bilimsel bilgiler üzerine kurup, farklı gelecekler düşleyenlerdir.

Bunların çoğunda geleceğin bilimi konusunda da fantastik öngörüler bulunur. Arthur Clarke bu ekolün Asimov ile birlikte önde gelen ismiydi.

Bilim kurgunun diğer ekolü ise bilimle hiç ilgilenmeyen, uzay savaşları ve farklı bilimsel gelecek gibi konulara hiç rağbet etmeyen romancılardır. Bunlar gündelik yaşamın farklı yaşandığı kurgularda bulunurlardı.

Harlan Ellison’un başını çektiği bu ekol, bir anlamda bilim kurguya çok enteresan boyutlar açmıştır. Bunlarda uzaylılar filan hiç yoktu, sıradan insanların kendilerini farklı kurallara göre çalışan dünyada bulmalarının yarattığı sonuçlar irdeleniyordu.

Bir televizyon dizisi olan ‘Alacakaranlık Kuşağı’ bu ekole yakındır. Arthur Clarke’ın temsil ettiği ekole yakın olan televizyon dizisi ise ‘Uzay Yolu’dur. Hatta ‘Uzay Yolu’ dizisinin konseptini Clarke’ın yarattığı da biliniyor.

‘Damardan bilim kurgucular’ ileride yaşanabilecek bilimsel gelişmeler hakkında da çoğu defa isabetli tahminler yapmışlardır.

Clarke, örneğin; uydu haberleşmeleri hakkında olayın gerçekleşmesinden yıllarca önce çok içerikli tespitlerde bulunmuştur. Asimov ise aynı şeyi ilerisinin robotları hakkında yapabilmiştir.

Bu arada dinlere inanmadıkları halde bilimsel çalışmaları sonucunda Tanrı’ya inanmaya başlayan teorik fizikçileri okuyorum ya Arthur Clarke’ın ölüm haberini alınca onun aslında Tanrı’ya ne kadar güçlü inandığını düşündüm.

Keşke Clarke’ın ‘2001: A Space Odyssey’ kitabını bugünlerde okumuş olsaydım. Çünkü teorik fizikçilerin tavırlarını bilerek o kitabı okumak ve Stanley Kubrick’in aynı adlı filmini izlemenin, anlatılanın anlamını daha iyi anlamaya yol açacağını görüyorum.

Kitapta Clarke insanlığın gelişimini uzayla bağlantılı olarak inceler ve evrimin maymun aşamasında gökten bir siyah bir kaya gelir, toprağa çakılır kalır. Maymunlar İngiltere’deki Stonehenge kalıntılarını hatırlatan bu siyah kayayı görünce adeta çıldırır, etrafında dönüp dururlar.

Sonra filmin gelişiminde insanlar uzay yolculuğuna çıkıp, uzayın derinliğine giderler. Bilgisayar bozulunca birçok olay çıkar ve uzay aracı bir kara deliğin ağzına gelir. Araç buna da girer ve aniden anlatılan olayın kahramanı bir zaman yolculuğuna çıkar, çocukluğundan kendi ölümüne kadar giden yaşam macerasını görür ve sonunda, yaşlı bir adam olarak kendisi ölüm yatağındadır. Başını yana çevirir, yanı başında o maymunları deliye çeviren siyah kayayı görür ve son nefesini verir.

Teorik fizikçilerin anlattığı şekliyle bir Tanrı kavramı ancak bu kadar elegan biçimde anlatılabilirdi.

Arthur Clarke gerçekten derinliği olan büyük bir yazardı. Bunu şimdi daha iyi anlıyorum. Keza Stanley Kubrick de öyleymiş. Çünkü bu kadar zor bir konuyu bu kadar şık filmleştirmek için dâhi olmak gerekiyor. İki dâhiye saygı duyuyorum o kadar.

Serdar Turgut, 23.3.2008 Akşam
link

Etiketler: