Cumartesi, Ağustos 02, 2008

40’ından Sonra

Kemal Gökhan Gürses’in, kitabının önsözünü yazar Ragıp Duran’ın ifadesiyle, “popüler ama derin”, kırk yaş ve kadın-erkek hikâyelerini anlattığı, “40’ından Sonra…” İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayınlandı. Kitapta, andropoz krizindeki “68 Kuşağı” erkeklerinin cinselliği ve aşkı yeniden keşfetmeleri serüvenine paralel olarak, hayatın anlamı ve sol ideolojinin değerlerinin sorgulanması hedefleniyor. Dolayısıyla, Gürses’in bu kitaptaki erkek kahramanlarının büyük bölümü, hayranı olduğu Oğuz Atay ve Vedat Türkali romanlarının tortularıyla kurgulanmış, orta yaşlı ve tutunamamış “eski solcu”lar. Geriye kalanlarsa, “Özal kuşağı”nın hazcı, nihilist, derinliksiz ve hoyrat delikanlıları. Bu iki grubun, her ikisine de ihtiyatlı yaklaşan, kendisini kimi zaman birine, kimi zamansa diğerine yakın hisseden, 21 yaşındaki güzel, seksi, özgüvenli ve akıllı Aslı’yla yolları kesişiyor. Yaşıtı olan “cool” sevgilisiyle “takılırken” tanışıp, kısa süreli ilişkiler yaşadığı üç orta yaşlı ve bir genç erkek, Aslı’yı kadın-erkek ilişkileri ve hayatın anlamını sorgulamaya itiyor. Kısa ömrüne sığdırdığı çok sayıda serüven, onu erkeklerden uzaklaştırarak hemcinslerine yaklaştırıyor. Hikaye, Aslı’nın “Sema Abla”sı ile çizerimiz tarafından yatak kıyafetleriyle görüldüğü sahneyle nihayetleniyor.

“40’ından Sonra…”, devrimin cinsel devrime, özgürlüğün cinsel özgürlüğe indirgendiği dönemleri anımsatır biçimde, “kaybolmuş bir kuşağın” izini sürerken, onları andropoz/menopoz krizlerinin sürüklediği cinsel açlık ve halüsinasyonlar içinde buluyor. 68 Kuşağı’nın yaşadığı tek bunalımın cinsel bunalım ve arayış olduğu hissini yaratacak biçimde ve Gürses’in iddialarının aksine, bu kuşağı ideolojik sorgulamalardan, açmazlardan azade, birer penis ve vajina kılığında ortaya çıkarıyor. Onca yaşanandan geriye kalan, kabına sığmayan, küçük burjuvalaşmış erkeğin veya kadının genç bedenlerde hayat iksirini arama macerası imiş gibi sunuluyor. Hikâyenin sonunda çizerimiz, hafif bir tereddütten sonra, “siyaseten doğruluk” çağının icabını yerine getiriyor: “Kim, ne isterse onu yaşar…”. Duran’ın ve Gürses’in önsözde yazdıklarından yola çıkarak, daha derin ideolojik analizler ve özeleştiri bekleyen okur, sorgulamanın “belden aşağı” ile sınırlı kalmasıyla hayal kırıklığına uğruyor. Gürses’in, ayrıntıcı çizgisi, başarılı tiplemeleri, çalışmasının yarattığı eksiklik hissini ortadan kaldıramıyor (F.Ş.).

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home