Salı, Kasım 28, 2006
Pazartesi, Kasım 27, 2006
Virginia Quarterly Review, Chris Ware ve Marjane Satrapi

Çizgi romana önem verdiği anlaşılan dergide ayrıca Persepolis grafik romanları ile adını duyuran İran asıllı çizgi romancı Marjana Satrapi'nin de "Chicken with Plums" adlı son çalışmasından örnek sayfalar yayınlanmış.
Aşağıdaki linklerden sonuncusunda Wisconsin Kitap Festivali kapsamında grafik roman kavramının da tartışıldığı Chris Ware ve Marjane Satrapi ile yapılmış ortak bir röportajı dinleyebilirsiniz..
Chris Ware - Writers on Writers (kapak)
Marjane Satrapi - Chicken with Plums
Chris Ware & Marjane Satrapi ortak röportajı
Pazar, Kasım 26, 2006
Geniş Açı

Fotoğraf Sanatı Dergisi Geniş Açı 50. sayısı ile veda etmeye hazırlanıyor. Bir dönem Altyazı dergisi Geniş Açı'nın bürosunda konaklarken, Geniş Açı'nın arkasındaki küçük ekibin nasıl bir tutku ile çalıştığına şahit olmuştum. Hatta o manzara dergiyi sürekli takip etmemde etkili olmuştur.
Derginin son sayısında ekip fotoğraf makinesinin karşısına geçmiş ve derginin tarihine uzanmış. Derginin yaşadığı sıkıntıları okurken aklıma sık sık Serüven geldi.
Geniş Açı şimdilik, anlamlı bir sayı ile kenara çekiliyor gibi gözüküyor ama ekip yeni projelerle döneceğinin de müjdesini vermiş.
Bu arada derginin Çizgili Sayfa (Necati Abacı Anısına) bölümünde ise Galip Tekin'in etkileyici "fotoğraf makinesi kafalı" adamı hüzünlü bir şekilde el sallıyor...
Dedektif Nik, Milliyet Pazar ve yine aynı şeyler
Bugün Milliyet’in Pazar ilavesinde Dedektif Nik ile ilgili bir yazı çıktı. Söz konusu yazı için hafta başında benden de yardım istendi, e-posta aracılığıyla küçük bir röportaj yaptık. Bahar Bakır adlı genç -olduğunu düşündüğüm- bir arkadaş, bana karşı son derece iyi niyetli, sempatik ve iltifatkar davrandı. Yazıyı görenler olabilir, kullanılan kimi görsel malzeme için ilk kitabımdan faydalanılmış ve altına da nerden alındığına dair not düşülmüş örneğin. On yıldır çeşitli yazılarımdan, kitaplarımdan faydalanılır ama hemen hiç kimse bu türden bir nezaket göstermemiştir. Yapılması gereken bu olmasına karşın bunu bir nezaket olarak konuşabiliyoruz. Kendisine gösterdiği hassasiyet nedeniyle teşekkür ederim.
Dedektif çizgi romanları içinde Dedektif Nik’i ayıran temel özellikler nelerdir?
Dedektif özelliklerini göz önünde bulundurduğumuzda Nik’in benzeşen ve ayrışan özellikleri nelerdir? Benim görüşüme göre Nik bir salon beyefendisi ve insanların gönlünü kibarlığıyla kazanıyor. Bu dedektif kimliğiyle ne oranda örtüşüyor?
Cumartesi, Kasım 25, 2006
Cuma, Kasım 24, 2006
Mizah ve Gerçeklik

Melek Şahindokuyucu’nun sunumunun başlığı “Estetik Bir Söylemle Sanatçı Ütopyaları ve Sanat yapmada Ütopyanın Tetikleyici Rolü” idi. Bu uzun başlık konuşmasının içeriğini de özetliyor aslında. Konuşmanın sonunda, kendisinin bu oturuma katılmak için herhangi bir talepte bulunmadığını, programın organizasyon tarafından yapıldığını söyledi. Bunda, muhtemelen, konuşmasının bir bölümünde “Mizah sanatçısının usu elbette bir bütündür, eserleri bu bütünün parçalarıdır” gibi bir cümle kullanmış olmasının da payı vardı.
Canan Sarıoğlu “Sanat Alanı Olarak Mizah: Sanat, Mizah, Karikatür İlişkisi” başlıklı sunumunda, mizahın sanatın bir alt dalı değil, başlı başına bir sanat alanı olduğunu savundu. Mizahın karikatür ya da gülmece demek olmadığını öne sürdü. Mizahçının işlevinin aslında hüzün uyandıracak bir olayı bizi güldürecek biçimlerde ortaya koymak, acıdan neşe çıkarmak olduğunu söyledi. Karikatürün de, “düzeyli bir çizim, açık bir mesaj ve ince bir espri” ile mizahı en iyi şekilde işleyen alan olduğunu iddia etti.
Erdinç Sayan’ın “Cartoons and Philosophy: Their Relevance to Each Other” başlıklı sunumu karikatürün nasıl tanımlanabileceği sorusuna yanıt aradı. Karikatürlerin ortak özellikleri üzerinde durdu: ekonomik bir temsil biçimi olmaları, mizahi olmaları, çizilmiş olmaları gibi özelliklerden bahsetti. Fakat aslında her basit çizimin karikatür olarak anılamayacağını (burada smiley karakterlerinin karikatür olduğunu ama Word’deki bookdings karakterlerinin basit çizimli olmasına karşın karikatür olmadığını söyledi), her karikatürün güldürmesi gerekmediğini (burada Sururi’nin çizdiği Cemal Nadir karikatürünü gösterdi ve bu karikatürün küçükken kendisini ne kadar korkuttuğunu anlattı), her karikatürün çizilmiş olması gerekmediğini (fotoğrafların da kullanılabileceğini) söyledi. Bu yüzden bütün karikatürlerin bütün özelliklerinin aynı olmasının imkansız olduğunu iddia etti. Karikatürleri tanımlamak için, Wittgenstein’ın oyunları tanımlamak için kullandığı “family-resemblance” kavramını kullandı. Karikatürlerin sahip olduğu özellikleri “C1, C2, C3,…. Cn” şeklinde tanımlayıp, bir karikatürün bunların hepsine birden sahip olamayacağını, ancak bunlardan birkaçına sahip olan bir şeyin karikatür olarak adlandırılabileceğini söyledi.
Oturumun sonunda, dinleyicilerin soruları alındı. Bir dinleyici neyin karikatür olduğunu anlamak için bağlamın da önemli olduğunu söyledi. “Örneğin, düz bir çizgiyi karikatür olarak düşünmeyebiliriz, fakat bir karikatürist onu öyle bir bağlamda kullanır ki, bazılarımız çok güleriz, bazılarımız çok kızarız vs.” şeklinde bir açıklama yaptı. Erdinç Sayan bu görüşe katıldığını söyledi. Canan Sarıoğlu ise bunun sanatsal bir içeriği olmayacağı için karikatür olarak adlandırılamayacağını düşünüyordu. Kendisi, ayrıca, Erdinç Bey’in gösterdiği “smiley” karakterlerinin de karikatür olmadığını öne sürdü. Günlük gazetelerde çizilen “Bizim City” gibi köşelerin de her zaman sanatsal bir kaygı taşımadıklarını, iş yetiştirme baskısı içinde yapıldıklarını söyledi.
Bunun üzerine, Canan Hanım’a, sunumunda kullandığı bir Gırgır kapağını çizen Oğuz Aral ile ilgili fikri soruldu. Canan Hanım bu kapaktakinin sanatsal bir karikatür ve Oğuz Aral’ın bir karikatürist olduğunu, ama öğrencilerinin üzerinde nasıl çizmeleri gerektiğine ilişkin kurduğu baskıyla onları sanatsal karikatür yapmaktan uzaklaştırdığını söyledi.
Ben de konuşmacılara bir soru yönelttim. İngilizce “caricature” ve “cartoon” arasında bir ayrım yapmak gerektiğini, Örneğin Sururi’nin Cemal Nadir çiziminin bir karikatür, Oğuz Aral’ın kapak çiziminin ise “cartoon” olduğunu söyledim, bu bağlamda, Canan Hanım’a Sururi’nin çizimi konusunda ne düşündüğünü sordum. Onun bir karikatür değil bir illüstrasyon olduğunu iddia etti. Karikatürün yazılı olmasının şart olmadığını, yazısız karikatürlerin de olabileceğini ekledi.
Sorular kısmında ayrıca, makinelerin karikatür çizip çizemeyeceği, insanlar gibi duyguları ve düşünceleri olan makinelerin yapılıp yapılamayacağı, mizah-hüzün ilişkisi (“güleriz ağlanacak halimize”) üzerinde duruldu.
Perşembe, Kasım 23, 2006
Satoshi Kon Paprika ile gerçekliği bükmeye devam ediyor

Psikolojik gerilimden dramaya, ve hatta komediye kadar bir çok farklı temada eser veren Satoshi Kon'u özel yapan yanı benim sadece Philip K. Dick'de gördüğüm tutku ile gerçekliği sorgulamaya devam etmesi. Paprika da bu yöndeki son filmi yönetmenin. Bu sefer gerçeklik ve rüyalar üzerine gidiyor Satoshi Kon.
Aşağıya Paprika'nın Fransızca sitesinin linki (site de filmin İngilizce fragmanını izlemek mümkün) ile Midnight Eye'da (Japon Sineması için bir başucu kaynağı) yönetmen ile yapılmış bir röportajın linkini ekliyorum:
Paprika Websayfası
Midnight Eye röportajı
Çocuk, Ermiş ve Deli...
Corto ile geç tanıştık. Türkiye’de çizgi romanların çok sattığı yıllarda, başka ülkelerde ismi haysiyetle anılan ürünlerdendi. Bize yansıması bile olmamıştı. Memleketin yeni şeyleri beğenmekte tereddütlü, müşkülpesent okuru, bugün, Corto’ya aynı sempatiyle bakar mı bilinmez. Ama Corto Maltese’i haysiyetli sayan özellikler değişmiş değil. İlk yayınlandığında onu farklı kılan bir kaç özellik vardı. Dönemsel olarak Corto’yu çizgi roman evreninde devrimci kılan özelliklerdi bunlar. Çabuk çizilmiş hissini veren fırça kullanımı ve çiniyle kağıdın beyazlığını karşıtlık olarak kuran kareleri hemen göze çarpıyordu. Bu görsel tespit, onu tarz olarak Milton Caniff’e yaklaştırıyordu ama önemli bir farkla: Caniff, “gerçekliği” güçlendiren sert bir çini kullanırken, Pratt, Corto’nun anlatımına uygun biçimde masalımsı düşselliği andıran bir yumuşaklığı tercih ediyordu. Kimi zaman tarama ucunu incelikle-ayrıntıcı bir görsellik için kullanmıyor değildi ayrıca. Ancak asıl fark sanıyorum, anlatılan öykülerdeydi.
Önce hemen görünenlerden bahsedelim: Golden Age dönemi serüven çizgi romanlarını andıran tiplemeleri ve mekânları vardı; öyküler mutlaka bir seyahate, aranan bir hazineye, yolda karşılaşılan türlü tehlikelere dayanıyordu. Ancak Corto’yu kendine özgü kılan, kesitler sunan anlatım dili ve çarpıcı diyaloglarıydı. Ölüme yakın duran tiplemeleri hiç beklenmedik bir anda garip-derinlikli kimi zaman edebiyatı çağrıştıran konuşmalara başlıyorlardı. Corto’nun az konuşan, bencil ve hedonist sayılabilecek görünümünü ters-yüz eden, aslını açığa çıkartan sahneler de böyle başlayabiliyordu. Anlamaktan yorulmuş Corto’nun neleri hatırladığı ve aslında nelerle avunduğunu görmek dizinin önemli parçalarından birini oluşturuyordu.
Çizgi romanlar genellikle tefrika mantığına uygun olarak üretilirler. Her hafta başlayıp biten (ya da albüm olarak belli sayıdaki sayfayla sınırlanarak) öykü anlatmak bir ekonomiyi gerektirmektedir. Tasarlanan her kare, öykünün bir parçasıdır ve akışı sağlayan bir “an” veya “anlatıma” denk düşmektedir. Pratt bir serüven romanında olmayacak kadar öyküyü yavaşlattığı için genel seyir ile ilgisi olmayan sahnelerle karşılaşırız. Öykü kesilirken, oldukça insani, temelde bir duyguya dayanan diyaloglar okuruz. Corto biriyle konuşmaktadır ya da susmaktadırlar, evet bazen birbirinin aynısı, tek bir çizgisi değişmemiş, tek bir sözün geçmediği kareler izleriz. Resmedilenler, sabit bir kamera önünde sessizce duran oyuncuları çağrıştırdığı gibi çizgi romanı ifade olarak edebiyata yaklaştırır. Sürekli aksiyon içinde, şaşırma – irkilme anlarının bolca kullanıldığı, sonu ünlem işaretiyle biten konuşmaların sıkça geçtiği çizgi romanı biçimsel olarak farklılaştıran bir müdahaledir bu. Kalabalıklar, savaşlar, kovalamacalar içinde durgun, bekleyen ve mutlaka özleyen insanlara rastlarız. Adlandırmak gerekirse her şey hüznü çağrıştırmaktadır. “Demek vakit geldi” diye kalkıp kaçmaya ya da kovalamaya devam edecek, ölmeye gideceklerdir. Corto, katıksız bir aynılığın, bıkkınlığın içinde o sahneleri defalarca yaşamış “dünya kaç kere kayboldu, kaç kere bulundu” diyebilecek biridir. Sürprizleri, itirafları ve cesareti, kaçıp giden, erken büyümek zorunda kaldığı geçmişini/çocukluğunu yakalamak içindir sanıyorum. Ermişliği, deneyimlerden-yaşanmış olaylardan ve karşılaşılmış insanlardan beslenir. Hep bir şeylerin peşinden gider ama onu hep ufku, güneşin batışını veya yıldızları izlerken hatırlarız. Hugo Pratt adlı adamın kahramanı olduğunu biliyordur sanki.
[Serüven 3'te yer alan Corto Maltese ilavemizin Levent Cantek tarafından yazılan önsözü]
Çarşamba, Kasım 22, 2006
Serüven'e nasıl abone olabilirim?
Serüven'e nasıl abone olabilirim?
İlgili hesap numaramıza yıllık abone ücretini yatırarak (Can Turhan Yalçınkaya, Akbank Emek-Yeşiltepe Şubesi, Şube Kodu: 172, Hesap No: 60787) abone olabilirsiniz.Abonelik ücreti ne kadardır?
Abonelik ücreti yıllık (yani 4 sayı için) 25 YTL'dir.Ek dağıtım ücreti ödeyecek miyim?
Hayır. Abonelik ücretine dağıtım ücreti dahildir. Abonelere dergimiz PTT yoluyla gönderilir.Dergilerim nasıl gönderilecek?
Aboneliğin başlamasından sonra ortalama 2-3 gün içinde derginiz PTT yoluyla gönderilir.Yurtdışından abone olabilir miyim?
Evet, yurtdışından da abone olabilirsiniz. Yurtdışı abonelik ücreti 50 YTL. Yurtdışına giden dergiler PTT yoluyla gönderilir.Dergim eksik, hatalı basılmışsa...
Hatalı veya eksik basılmış dergilerin yerine yenisini gönderiyoruz. Eğer o sayı tükenmişse paranızı iade ediyoruz.2007 ABONELİK KOŞULLARI
Yurtiçi yıllık: 25 YTL.
Yurtdışı yıllık: 50 YTL. (ya da eşdeğer ABD doları ya da euro)
Yıllık abone ücretini (Can Turhan Yalçınkaya, Akbank Emek-Yeşiltepe Şubesi, Şube Kodu: 172, Hesap No: 60787) hesabına yatırarak, derginin yollanacağı posta adresi açık seçik yazılmış olarak, bilgi@seruven.org adresine mail atmanız gerekmektedir. Mail elimize ulaşır ulaşmaz size cevap yazılacak, ilgili işlemler başlatılarak 2-3 gün içerisinde derginiz adresinize gönderilecektir.
Serüven'in perakende satış fiyatı 8 YTL'dir.
Salı, Kasım 21, 2006
The New Yorker'in bu haftaki sayısı...

Link
Pazar, Kasım 19, 2006
Cumartesi, Kasım 18, 2006
Penguin Graphic Classics

Link
Cuma, Kasım 17, 2006
Giardino Serüven'de...

Öğrencilere Billy Wilder’ı tanıyıp tanımadıklarını sorarım. Genelde cevap “hayır”dır, ben de eklerim “o zaman çizgi roman yapamazsınız”. Bana göre birisi Billy Wilder’ı tanımıyorsa çizgi roman yapamaz. Bence bu gerçekten doğru. En azından çoğu Billy Wilder’ı kişi olarak tanımıyorsa bile, içlerinden bazıları birkaç filmini izlemiştir. Ama biri Billy Wilder filmi izlememişse bence bu insanın hikaye anlatabilme ihtimali söz konusu değildir, çizgi romanda, sinemada ya da yazınsal anlamda.
Tamamı Ocak 2007'de çıkacak Yeni Serüven 4'te
Perşembe, Kasım 16, 2006
Manfredi Serüven'de

Tamamı Ocak 2007'de çıkacak Yeni Serüven 4'te...
Çarşamba, Kasım 15, 2006
Her şey Olacağına Varır (mı?)

Ne yapılabilir? Çözüm, mutlaka hayatı ve günü yakalayan yerli üretimlerle gerçekleşebilir. Bu basit cevap sorunu çözmüyor elbette. Çizgi roman üreterek geçinmek mevcut koşullarda -ve bu satış rakamlarıyla- mümkün değil. Çizgi roman, ancak asıl iş yanında sürdürülebilir bir “uğraş” olmak zorunda.
Üstelik Türkiye’de çizerler maddi karşılık garantisi olmadan çizgi romanla uğraşmak istemiyorlar. Türkiye’de yazarların, romancıların yaptığını her nedense yapmaya yanaşmıyorlar. Bu üretimsizliğe ve kıtlığa rağmen üreticilerin para tercihini kapristen çok “ayıp” saymamız gerekiyor. Hem çizgi romanın küçümsenmesine kederlenip hem de önce parayı düşünmek ve özveriden kaçınmak ayıp değil de nedir?
Romancıların “yazmadan duramadıklarından”, “yazmazsa öleceğinden” söz ettiğini duyarız, okuruz. Oysa çizgi romancılar başka bir dünyanın insanlarıymışçasına telifi düşünüp çizmekten vazgeçebiliyorlar. Onların, edebiyatçılar gibi varoluşsal sorunları yok mu acaba? “Bu hikâyeyi çizmezsem hayatımda bir şey eksik kalır” diyemiyor mu çizerlerimiz. Hadi, “parayla saadet olmaz” diyen Yeşilçam yalan söyledi; eh, bu işin içinde hiç mi aşk yoktur alla’sen ? Parayı aklına getirmeden, anlatmaktan-çizmekten haz duyarak, işe kendini katarak bir albüm çıkartılamaz mı? Çok mu zordur bu?
Çizgi romanla ilgili yeni bir çıkış yolu üretilebilecekse eğer… Bu romancıların yaptığı gibi uzun soluklu, maddi çıkar beklentisiyle üretilmeyen çalışmalarla gerçekleşebilir. Şöyle söyleyelim: Türkiye’nin en önemli romanları telif düşünerek mi yazılmıştır. Elbette, hayır… Türkiye’de romancılar geçim sıkıntısı çekmemiş midir? Elbette, çekmiştir, çekiyorlar… Uzatmayalım, bırakın duyguyu, mantık da bunu gerektiriyor. Tefrika geleneği bitmiş, dergiler tıkanmış, alan marjinalleşmiş durumda. Çizgi romancılar, alışık olmadıkları kitap dünyasının koşullarına uyum sağlamak zorundalar…
Fedakârlık isteyen, zamanı tırmalayan, maddi karşılığı hatırlanmadığı için daha samimi ve heyecanlı olan albümler, çıktıkça-çoğaldıkça Türkiye’de çizgi roman yeni bir yola girebilir…
Hem ya tutarsa…
[Yeni Serüven 3'e Levent Cantek tarafından yazılan giriş yazısı]
Salı, Kasım 14, 2006
Çizgi Roman Reklamları 7

Pazartesi, Kasım 13, 2006
manara nasıl çiziyor

link
Pazar, Kasım 12, 2006
Bay Memo

Youtube'da yönetmenliğini Oky'nin yaptığı iki kısa filme rastladım. Memo Tembelçizer'in amatör bir çizeri canlandıran Faruken Bayraktare'ye yardımcı olmaya çalıştığı ilk filmde siyah beyaz slapstick filmlerin etkisi görülüyor. Oyuncular, bilhassa jest ve mimikleriyle başarılı bir kompozisyon çizmişler:
http://www.youtube.com/watch?v=0nHNeunoVYg
İkinci film ise, 2031 yılında gösterime gireceği söylenen Terror in the City adlı filmin fragmanı. Başrollerinde Peter Robertson ve Metin Demirhan var.
http://www.youtube.com/watch?v=ltf-EkP85Z4&mode=user&search=
Cumartesi, Kasım 11, 2006
Cuma, Kasım 10, 2006
Alan Moore The Simpsons'a konuk oluyor...

Seriyi takip edenler bilirler, Simspons'da Comic Book Guy olarak geçen bir karakter vardır. Popüler kültür kuşağının bir temsilcisi olan bu karakter, aynı zamanda the Android's Dungeon adlı bir çizgi roman dükkanı da işletir. İşte Alan Moore'un konuk olacağı bu yeni Simspons bölümündeki alt hikayelerden biri de Springfield'a the Android's Dungeon ile rekabet edecek yeni bir çizgi roman dükkanı açılmasını işleyecek. Alan Moore da bu yeni çizgi roman dükkanında bir imza günü düzenleyecek.
Perşembe, Kasım 09, 2006
Komikazen'de Lemancılar

Çarşamba, Kasım 08, 2006
Salı, Kasım 07, 2006
Fermuar'da son durumlar

* Cengiz Üstün, son sayıda tam beş sayfa çizmiş.
* Fermuar'ın 8. sayısının kapağında 5 hafta sonra yeniden Şerafettin boy göstermiş. Daha önce Lombak'ta kullanılmış bir kapak resmi, güncel bir konuyla ilgili bir espriyle bir kez daha kullanılmış.
* Dikkatimi çeken bir başka husus, Fermuar'ın bayiilerde diğer haftalık mizah dergilerine oranla daha az sayıda bulunması...
* Aktüel'in bu haftaki - 18 ekinde, Sadece Kaan'la yapılmış bir röportaj var. Kendisiyle yapılan bu ilk röportajda, ağırlıklı olarak Kaan'ın müzik zevki ve dinlediği müziğin (nu metal) işlerine olan etkisi üzerinde durulmuş.
Dedektif Nik çıkmış...

Herneyse sitede Dedektif Nik'in yaratıcı Alex raymond hakkında malumat veriliyor ama her nedense onun çizdiği serüvenler değil de ölümünden sonra diziyi sürdüren Prentice'in üretimlerine albümde yer verilmiş. Hakikaten garip...Böyle bir dizi, muhtemelen az satacak, çok sürmeyecek...Eh, neden ilk serüvenden başlanmaz veya neden hakkında malumat verilen Raymond'un üretimleri kullanılmaz...
Pazar, Kasım 05, 2006
Çizgi Roman Reklamları 5

Cumartesi, Kasım 04, 2006
Cuma, Kasım 03, 2006
Perşembe, Kasım 02, 2006
Münir Özkul ve Cici Can

Çarşamba, Kasım 01, 2006
Çizgi Roman Reklamları 3

Murat Davman
Serüven’de yazılarını okuduğunuz arkadaşımız Gökhan Demirkol, hakkında tez yapıyor. Üstte üçüncü serüveninin ilanını gördüğünüz Murat Davman’dan söz ediyorum. Yayınlandığı dönemde Mike Hammer ile kıyaslanan Davman, Ümit Deniz’in kahramanıydı. O günlerin rağbet gören deyişiyle Zabıta Romanı olan çalışma gazetelerde popülerleşen sayılı polisiye tefrikalarımızdan biri. İlk roman olan Ölüm Perdesi’nin o yıllarda yaşanan gerçek bir olaydan Kapalıçarşı cinayetinden esinlenerek yazıldığı söylenir. Ümit Deniz, polis-adliye muhabirliğinden yetişme bir gazeteci, iddia edildiği kadar gerçeklerden yola çıktığı söylenemese de tecrübelerinden faydalandığı muhakkak. Murat Davman, Ergin Asyalı tarafından yanılmıyorsam Meydan gazetesinin çıkışında resimlendirilmişti. Yukarıdaki ilandaki çizgiler ise Bedri’ye [Koraman] ait.