Otisabi, Başımdan Geçti Bunlar (2004)
Yılmaz Aslantürk, Pişmiş Kelle dergisinde Atilla Atalay tarzı - aslına bakılırsa çok da başarılı bulmadığımız – mizahi yazılarla tanındı. Çizgi romana başlangıcı öykücülüğüne göre daha yakın tarihli. 1991 yılının sonunda aynı dergide yayımlanan “Esrarengiz Sarışın” öyküsü ilk önemli çalışması olarak gösterilebilir. Polisiye özellikler taşıyan öykünün bir benzeri/devamı Sinsi Nataşa (1992) olmuştu. Her iki öykü arasında yayımlanan “Vapurla Gelen” ise çizerin sonraları “Başımdan Geçti Bunlar” başlığı altında sürdüreceği dizinin neredeyse başlangıcıdır.
1992 yılında yine Pişmiş Kelle dergisinde başlayan dizi üç yıl kadar sürdü. Her hafta dört bant-tam sayfa çizdiği öyküler, derginin düşük satışlar nedeniyle yaşadığı mali sorunlar nedeniyle kesildi. 1996 yılında “Otis İstanbul’da” başlığı altında diziye tekrar başlandıysa da birkaç sayı sonra eski öykülerin tekrarına dönüştü. Aslantürk, bu tekrarları çalıştığı gazetelerin hafta sonu ilavelerinde de sürdürdü. Epsilon Yayıncılık’tan çıkan albüm, aynı adlı diziden yapılmış bir seçme. 45 öykü kullanılmış, birkaçı hariç çoğu Pişmiş Kelle’de yayımlanan çalışmalar. Kaba bir hesapla yayımlanan her üç öyküden biri albüme alınmış. Öykü seçimlerinde iki temel kıstas kullanılmış gibi görünüyor. İlki, başlangıç dönemlerinden öykü alınmaması; albümde en eski tarihli öykülerin 1993 tarihli olması göz önüne alınırsa, Aslantürk “estetik” olarak beğenmediği çalışmalarını kullanmamayı tercih etmiş. Öykü seçiminde dikkat çekici olan ikinci nokta, Pişmiş Kelle tarzı “edepsiz” sayılabilecek kimi öykülerin albüme alınmaması. Bu türden öyküleri gazetelerdeki “tekrar” yayınlarda da kullanmamıştı. Aziz Nesin, dergi ve gazetelerde çıkan öyküleriyle ilgili eleştirilerle karşılaştığında “esas olan kitaptır ve o kitabın son baskısıdır” cevabını verir, kimi çalışmalarını kitaplarına almamakla bir tercih ortaya koyduğunu, “tashih” yaptığı için son baskının geçerli olması gerektiğini vurgulardı. Bu yaklaşımı, Aslantürk’ün öykü seçiminde kullandığı kıstasları yorumlarken hatırda tuttuğumuzu belirtmek için aktardık. Öte yandan, nelerin seçilmediğini bilmek bir yazarı ya da çizeri anlamayı kolaylaştırabiliyor.
Aslantürk’ün asıl özelliği Türkiye’de pek kullanılmayan bir çizgi tarzını izliyor olması. Avrupa’da Hergé’in etkileriyle oluşan ligne-clair çizgi tarzını ülkemizde sürdüren birkaç çağdaş çizerden biri. Özellikle Daniel Torres’in çizgilerini izlediği anlaşılan Aslantürk’ün yaptığı şu: çizdiği her şeyin neredeyse hatları dışında herhangi bir ayrıntısına girmiyor. Fırça ve tarama ucuyla herhangi bir vurgu yapmıyor. Işık ve gölge gibi etkileri “tram”la sağlıyor. Oldukça az çizgiyle anlatılmış izlenimi verilen karelere sahip. Mekanik ve mesafeli bir atmosfer yaratıyor; naif çizgi kaymaları, çizerin varlığını hissettiren yakınlık yok. Elbette ki başlıbaşına bir avantaj ya da dezavantaj değil bu. Örneğin az çizgiyle anlatmak kadar önemli olan arka plandaki ayrıntıcılık. Çizerin varlığını hissettiren en önemli vurgu fotoğraf ayrıntısındaki incelikler. Aslantürk’ün çizimlerinde bu denli ayrıntıcı olmadığı veya her zaman bunu denemediğini söyleyebiliriz. Örneğin öykülerin çok geçtiği ev içi karelerinde tramı bir fırça gibi kullanarak, dekoratif unsurları “atlıyor”. Öyküleri ise kentsoylu bir yaşamı anlatıyor. Çizgisindeki özellikli mesafelilik öykülerinde de var. Alt sınıflar farklı konuşma biçimleriyle anlatılıyor ama sahici durmuyorlar. Aslantürk, reklam ajanslarını, gazeteleri, ofisleri, barları anlatırken gösterdiği kıvraklığı onları resmederken denemiyor. Tiplemesinin onlara karşı duyduğu korku dolu mesafe çeşitlendirilmiyor. Özellikle takınıldığı düşünülebilecek bu tavır, diziyi psikolojik derinlikten yoksun kılıyor, bütünüyle “eyleme” odaklanmış öykülere dönüştürüyor.
Mizah dergilerinde uzun zamandır ben-merkezli öyküler anlatılıyor; bir çok çizer bir tür iç dökmeyle başından geçen olayları çiziyor, küçük ya da büyük itiraflarda bulunuyor. Mahrem olanın teşhiri, nahif, samimi ve sıcak açıklamalar, erkeklik krizi, cinsel sapmalarla ilgili değinmeler her mizah dergisinde görülebiliyor. İzlemeye yönelik bir ilginin kullanıldığı düşünülebilir ama ilk söylenmesi gereken, tarzın bir modaya dönüştüğüdür. Kendi payıma, Aslantürk’ün “Başımdan Geçti Bunlar” dizisinin, bu modanın en soğuk tarafından çıktığını düşünüyorum. İlginç olan, aynı öykülerin modanın öncüsü sayılabilecek Pişmiş Kelle dergisinde hayat bulması, biçimlenmiş olması.
1992 yılında yine Pişmiş Kelle dergisinde başlayan dizi üç yıl kadar sürdü. Her hafta dört bant-tam sayfa çizdiği öyküler, derginin düşük satışlar nedeniyle yaşadığı mali sorunlar nedeniyle kesildi. 1996 yılında “Otis İstanbul’da” başlığı altında diziye tekrar başlandıysa da birkaç sayı sonra eski öykülerin tekrarına dönüştü. Aslantürk, bu tekrarları çalıştığı gazetelerin hafta sonu ilavelerinde de sürdürdü. Epsilon Yayıncılık’tan çıkan albüm, aynı adlı diziden yapılmış bir seçme. 45 öykü kullanılmış, birkaçı hariç çoğu Pişmiş Kelle’de yayımlanan çalışmalar. Kaba bir hesapla yayımlanan her üç öyküden biri albüme alınmış. Öykü seçimlerinde iki temel kıstas kullanılmış gibi görünüyor. İlki, başlangıç dönemlerinden öykü alınmaması; albümde en eski tarihli öykülerin 1993 tarihli olması göz önüne alınırsa, Aslantürk “estetik” olarak beğenmediği çalışmalarını kullanmamayı tercih etmiş. Öykü seçiminde dikkat çekici olan ikinci nokta, Pişmiş Kelle tarzı “edepsiz” sayılabilecek kimi öykülerin albüme alınmaması. Bu türden öyküleri gazetelerdeki “tekrar” yayınlarda da kullanmamıştı. Aziz Nesin, dergi ve gazetelerde çıkan öyküleriyle ilgili eleştirilerle karşılaştığında “esas olan kitaptır ve o kitabın son baskısıdır” cevabını verir, kimi çalışmalarını kitaplarına almamakla bir tercih ortaya koyduğunu, “tashih” yaptığı için son baskının geçerli olması gerektiğini vurgulardı. Bu yaklaşımı, Aslantürk’ün öykü seçiminde kullandığı kıstasları yorumlarken hatırda tuttuğumuzu belirtmek için aktardık. Öte yandan, nelerin seçilmediğini bilmek bir yazarı ya da çizeri anlamayı kolaylaştırabiliyor.
Aslantürk’ün asıl özelliği Türkiye’de pek kullanılmayan bir çizgi tarzını izliyor olması. Avrupa’da Hergé’in etkileriyle oluşan ligne-clair çizgi tarzını ülkemizde sürdüren birkaç çağdaş çizerden biri. Özellikle Daniel Torres’in çizgilerini izlediği anlaşılan Aslantürk’ün yaptığı şu: çizdiği her şeyin neredeyse hatları dışında herhangi bir ayrıntısına girmiyor. Fırça ve tarama ucuyla herhangi bir vurgu yapmıyor. Işık ve gölge gibi etkileri “tram”la sağlıyor. Oldukça az çizgiyle anlatılmış izlenimi verilen karelere sahip. Mekanik ve mesafeli bir atmosfer yaratıyor; naif çizgi kaymaları, çizerin varlığını hissettiren yakınlık yok. Elbette ki başlıbaşına bir avantaj ya da dezavantaj değil bu. Örneğin az çizgiyle anlatmak kadar önemli olan arka plandaki ayrıntıcılık. Çizerin varlığını hissettiren en önemli vurgu fotoğraf ayrıntısındaki incelikler. Aslantürk’ün çizimlerinde bu denli ayrıntıcı olmadığı veya her zaman bunu denemediğini söyleyebiliriz. Örneğin öykülerin çok geçtiği ev içi karelerinde tramı bir fırça gibi kullanarak, dekoratif unsurları “atlıyor”. Öyküleri ise kentsoylu bir yaşamı anlatıyor. Çizgisindeki özellikli mesafelilik öykülerinde de var. Alt sınıflar farklı konuşma biçimleriyle anlatılıyor ama sahici durmuyorlar. Aslantürk, reklam ajanslarını, gazeteleri, ofisleri, barları anlatırken gösterdiği kıvraklığı onları resmederken denemiyor. Tiplemesinin onlara karşı duyduğu korku dolu mesafe çeşitlendirilmiyor. Özellikle takınıldığı düşünülebilecek bu tavır, diziyi psikolojik derinlikten yoksun kılıyor, bütünüyle “eyleme” odaklanmış öykülere dönüştürüyor.
Mizah dergilerinde uzun zamandır ben-merkezli öyküler anlatılıyor; bir çok çizer bir tür iç dökmeyle başından geçen olayları çiziyor, küçük ya da büyük itiraflarda bulunuyor. Mahrem olanın teşhiri, nahif, samimi ve sıcak açıklamalar, erkeklik krizi, cinsel sapmalarla ilgili değinmeler her mizah dergisinde görülebiliyor. İzlemeye yönelik bir ilginin kullanıldığı düşünülebilir ama ilk söylenmesi gereken, tarzın bir modaya dönüştüğüdür. Kendi payıma, Aslantürk’ün “Başımdan Geçti Bunlar” dizisinin, bu modanın en soğuk tarafından çıktığını düşünüyorum. İlginç olan, aynı öykülerin modanın öncüsü sayılabilecek Pişmiş Kelle dergisinde hayat bulması, biçimlenmiş olması.
Etiketler: 101 Yorum
7 Comments:
siz hangi zaman diliminde yaşıyosunuz çok merak ettim... yıl olmuş 2009, 2004 çıkan ilk "otisabi" kitabı yorumunu koymuşsunuz. ki bu kitabın üzerine 2 kitap daha çıkmış ve sonuncusu da daha çiçeği burnunda... kitapçılara da girip çıkmadığınız kesin, yoksa en çok satanlar arasında görürdünüz muhakkak... şimdi hangi dergide çizdiğini de bilmezsiniz siz.. off off nasıl bi iş bu ya... yazacak birşey bulamadınız da geçmişte yazdığınız birşeyi mi çıkardınız gün ışına... hay allah konu kalmadı bari bunu yine yayınlayalım diye mi geçti içinizden... yoksa "meyve veren ağacı taşlayalım" durumu mu?
"gün ışığına" diyecekken,
"gün ışına" dediğinize göre siz hakikaten bu çağın ilerisinde yaşıyor olmalısınız.
:)
valla editör gibisiniz. o yüzden de adınız gizli herhalde... sürc-ü lisan edivermişiz pardon... konu saptırmak bu kadar olur ben şimdi düzeltiyorum yazımı : YORUM YAZIM HATASI REVİZESİDİR. :
Siz hangi zaman diliminde yaşıyosunuz çok merak ettim... Yıl olmuş 2009, 2004 çıkan ilk "otisabi" kitabı yorumunu koymuşsunuz. Ki bu kitabın üzerine 2 kitap daha çıkmış ve sonuncusu da daha çiçeği burnunda... Kitapçılara da girip çıkmadığınız kesin, yoksa en çok satanlar arasında görürdünüz muhakkak... Şimdi hangi dergide çizdiğini de bilmezsiniz siz.. Off off nasıl bi iş bu ya... Yazacak birşey bulamadınız da geçmişte yazdığınız birşeyi mi çıkardınız gün ışığına... Hay allah konu kalmadı bari bunu yine yayınlayalım diye mi geçti içinizden... Yoksa "Meyve veren ağacı taşlayalım" durumu mu?
Sevgili Zak/Adsız,
Düşündüm de ne denli haklısınız. Ben hangi zaman diliminde yaşıyorum Alla'sen. Kitapçılara gitmiyorum, en çok satanlara bakmıyorum. Şimdi, hangi dergide çizdiğini de bilemeyeceğim Yılmaz Aslantürk'ün. Off off nasıl iş bu. Yoksa eski bir yazımı mı yayınladım ne? Meyve veren ağaçları taşlama durumumdan nasıl kurtulabilirim acaba? Off off...
Sevgili kardeşim, hayat çok kısa, geçer mi bunlarla ömür değil mi ama...Kal sağlıcakla...
Sayın Levent Cantek,
Siz bir blog hazırlamışsınız ve kendinize göre bir çizgi tutturup yazıyorsunuz. ellerinize sağlık. fakat bu blog, herkesin takip ettiği bir yerse; geçmiş ile ilgili bir bilgiyi, güncel bir bilgiymiş gibi yayınlıyor olmak okuyucuyu yanlış bilgilendirmektir.
Olabilir hata yapılmıştır veya bilinçli yapılmıştır. herne ise, siz burada bu şekilde yayınlayınca da; okuyucudan gelen eleştirileri olgunlukla karşılayıp cevaplamak yerine, kendinizce akademisyen bir ağızla küçümsüyorsunuz.
ben sadece bir yazınızla ilgili saptama yapıp yorum yazdım. yorumlardan rahatsız oluyorsanız yorum yapılmasına izin vermeyecek şekilde site tasarımı yapsaydınız.
hayır bu şekilde olmasını tercih ediyorsanız, ki şekil belli, yazılan yorumlar ile ilgili türkçe öğretmenliği veya yorumcu hatası nerede diye aramak yerine konu ile ilgili bir değerlendirme yapmanızı daha uygun görürdüm.
Ayrıca, hayatın uzunluğu kısalığı çok görecelidir ve konumuzla alakası hiç yoktur.
Sevgili kardeşim,
Bir anlasam ne demek istediğinizi... 101 yorum başlığı altında eski-yeni çizgi romanları yorumladığım sanırım dikkatinizden kaçmış. Bu yorumlardan bir kısmını eskiden yazdım, kimilerini gün be gün yazıyorum. Yazılarımda bilgi olabilir ama başlığından da anlaşılacağı üzre esasen yorumdur. Sizi rahatsız eden, oflatıp puflatan yazının başlığında da bir tarih var, farkındaysanız. 2004 yılında çıkan bir albümden söz ettiğim belli...
Bu yazı pek çok başka yazı gibi online kitap satışı yapan sitelerde yorum olarak kullanılıyor. İdeefixe'e bu kitapla ilgili bakabilirsiniz örneğin.
Üstelik ne yazık ki üreticilerimizle genellikle röportaj yapılıyor, haklarında yazı yazabilecek hatta röportaj sırasında bilgiye dayalı soru sorabilecek gazeteci ya da yazar yok...Sizin, dolayısıyla benim vaktimi alan söz konusu yazı daha önce Serüven dergisinde yayınlanmıştı. Dizinin geçmişi hakkında bilgi veren kısımları nedeniyle neredeyse tek yazıdır. Gerçekten üzücü...
Koloni blog ile neyi nasıl yapacağıma dair bir karar verdim, onu uyguluyorum. Önerileriniz için teşekkür ederim.
Türkçe öğretmeni meselesini doğrusu anlayamadım. Oldukça karışık yazıyorsunuz, yanlış anladığım bir şey olabilir, yorum yapmayacağım.
Blog sayfasına gönderilen her yorumu ilke olarak -kişilik haklarına saldırı niteliği taşımıyorsa- yayınlıyoruz. Adsız ya da nickname tercihlerini sorgulayacak en azından benim vaktim yok. Öte yandan sanal kimliklerin getirisi şu: Bütün yazılanların tek bir kişi tarafından -bu ben de olabilirim- yazıldığı şüphesi uyandırabiliyor.
Kişisel olarak bunlarla ilgilenmiyorum. Blog sayfasına her gün 500 ile 600 arasında ayrı IP numarasından ziyaretçi geliyor. Bu rakam kimi günler 1,000'e de ulaşıyor. Azlık çokluk göstermek için değil bir devamlılığı işaret etmek için söyledim bunu. Beğenip beğenmemek elbette mümkün...Ama rızaya dayalı bir ilşki olduğu için alsak alsak zamanınızı alırız. O da olsa olsa sizin suçunuzdur.
Hayat gerçekten kısa... Hep söylerim bunu. Anlamlı ve meselesi olan şeyler yapmak lazım. Vakit azalıyor.
Başarılar, kolaylıklar dilerim
Levent Cantek
Ben uzun yıllardan beri çizgi roman konusunda merakı ve koleksiyonları olan bir ağabeyinizim (yaşım 56). Üniversite yıllarında karikatürle de ilgilendim. Çizdiğim karikatirler bazı gazete ve dergilerde de yayınlandı. Dolayısıyla çizerliğin ne denli zor bir iş olduğunu ve bu konuyu yaşamını devam ettirmek amacıyla meslek olarak seçenlerin de ne kadar büyük özveri ile çalıştıklarını bilebiliyorum. Yılmaz Aslantürk, yaşadıklarını veya yaşanmış olması muhtemel serüvenleri gerçekten çok artistik çizgilerle ve içinde yaşama ait bazı gerçeklerin vurgulandığı ifadelerle anlatan ender kişilerden birisi. Bunu anlamak için Otisabi' deki herhangi bir kareyi tamamen kendinize ait ifade ve çizgilerle ortaya koymayı deneyin. Ne kadar zor olduğunu göreceksiniz. Yılmaz Aslantürk Türkiye'de değil de İtalya veya Amerika'da bu işi yapıyor olsaydı yeri çok daha farklı olurdu. Eleştiri konusu yapılan kitabın şu an piyasada tükenmiş olması acaba neyin işaretidir? Ben sanata gönül vermiş herkese saygı duyarım. Ama iyi çizerlere çok büyük hayranlık ve saygı duyarım. Levent Cantek olarak sizin de çizgi roman konusunda duyarsız olmadığınızı ve değerli çalışmalarınız olduğunu bildiğim için eleştirilerinizi olumsuz gözle yapmadığınıza inanıyorum. Sanırım sorun çizer hakkında fazla olumlu değerlendirmelerin yazınızda yer almamış olması. Ben Yılmaz Aslantürk'ün ülkemizin önemli çizerlerinden olduğu konusunda en ufak şüphem yok. Keşke ülkemiz bu konuda çalışma yapan sanatçılara daha fazla önem verse de bu konuya ilgi duyan gençler için kazancı bol bir meslek alanı olarak çizerlik üst sıralarda yer alsa. Ben televole programlarında medya maymunluğu yapan insanlar milyonları cebe indirirken sanata gönül vermiş bu çizgi emekçilerinin karın tokluğuna çalışmak zorunda oluşunu hazmedemiyorum. Saygılarımla..
Yorum Gönder
<< Home