Cumartesi, Temmuz 31, 2010
Perşembe, Temmuz 29, 2010
Çarşamba, Temmuz 28, 2010
Çizgi Romanın da Bir Mühendisliği Var
(...) Bir kıyaslama yapmam gerekirse, mühendislik ve çizgi roman çok uzak konular değil bence. Çizgi romanın da bir mühendisliği var. Çünkü sanat yapıyorum diyip devasa tuvallere boya bidonları fırlatıp hah bu oldu! demiyorum. Çizgi roman öncelikle bir disiplin işi, zamanı çok iyi kullanmak lazım, belli bir plan doğrultusunda çalışıp, bir senaryoyu size ayrılan birkaç sayfaya en doğru şekilde ve okuyanın en rahat anlayabileceği şekilde aktarmak lazım, bu da mühendisliğe çok uzak bir nokta değil bence. Her çizer kendi tarzını oluştururken yaptığı şey de tam anlamıyla bu işin mühendisliği. Bir çizeri çizgisinden tanırız. Çizer de bu çizgiyi oluşturana kadar farkında olmadan uzun bir süre bu işin ARGE’sini yapıyor. Bir çizeri diğerinden ayıran da, belli sorunlara getirdiği çözümler oluyor ve bu da onun tarzını oluşturuyor. Çizgi roman ve mühendislik denilince aklıma Scott Mc Cloud geliyor; “Çizgi Romanı Anlamak”, “ Çizgi Romanı Yeniden Keşfetmek” diye iki kitap yazdı, şu anda MIT’de, Microsoft’ta, Electronic Arts’ta görsel iletişim seminerleri veriyor.Deli Gücük çizerlerinden Uğur B. Sertçelik anlatıyor
röportajın tamamı için link
Foto: Kerem Yücel
Etiketler: Deli Gücük
Salı, Temmuz 27, 2010
Deli Gücük’ün Kalabalık Bilinçaltı

(...) Farklı yazar ve çizerlerin yaratıcılığından beslenmek, adı “deli”ye çıkmış bir kahramanı anlatmak için ideal bir yöntem aslında. Ne yapacağı belli olmayan, ruh hali sürekli değişen bir karakterin, sürekli değişen yazar-çizer kadrosu tarafından ele alınması son derece esprili bir yöntem. Bu kadar boyutlu ve katmanlı bir karakteri tek bir görüntüye ve ruh haline indirgemek haksızlık olurdu. Zaten karakterin tekinsizliği, her öyküyü başka birinin yazmasından kaynaklanıyor biraz da. Aynı figürü farklı açılardan gördüğümüz kübik bir resim mantığı hakim Deli Gücük’te… Üstelik hem görsel hem de metinsel açıdan…Yazının tamamı için link
Etiketler: Deli Gücük
Pazartesi, Temmuz 26, 2010
Pazar, Temmuz 25, 2010
Cumartesi, Temmuz 24, 2010
Cuma, Temmuz 23, 2010
Perşembe, Temmuz 22, 2010
Uzak Amerikan Taşrasında Bir Aile
Büyülü Rüzgâr’ın Öldüren Çılgınlık adlı serüveninde (Sayı: 93) ilginç bir aile ile karşılaşıyoruz. Bir hikâye var albümde ama asıl akılda kalan bu aile oluyor. Korku filmlerinde Uzak Amerika taşrasında yaşayan, takıntılı, hafiften kıt zekâlı, iri kıyım bireylerden oluşan ve sonunda her biri testereli katillere dönüşen aileler vardır. Giderek artan biçimde kıyıma girişirler. Tuhaf ilişkileri, ürkütücü ritüelleri, garip esprileri olan freak family olarak da tanımlayabilirdim. Manfredi, bir korku hikâyesi anlatmak istemiş o anlaşılıyor. Korkunç aileyle karşılaşan ise takıntıları olan ürkek ve duyarlı Poe oluyor. Genç üvey anne ve Norton tiplemesi ilgi çekiciydi. Hikâyeden çok bu tiplemeler ve aralarındaki ilişkileri beğendim. Son kareyse eski usul bir kahraman narsizmi olmuş. Vay dedirtiyor…Tam silah kılıfa konurken edilebilecek bir Tex lafı çünkü…
Etiketler: 101 Yorum
Çarşamba, Temmuz 21, 2010
Salı, Temmuz 20, 2010
John Buscema Anlatıyor
(...) Hikâye de ilginç olmak zorunda; eğer değilse çizmek gerçekten bir kabusa dönüşebilir. Dönem çalışmalarını çizmek de hoşuma gidiyor. Başkanların yaşamları üzerine bir kaç yıl önce yaptığım bir çalışmayı hatırlıyorum; zaman geçtikçe modadaki değişim büyüleyiciydi. İlk işimi hatırlıyorum da. O zamanlar personellerdendim ve Lincoln’ün mezarını soyanlar hakkında bir dönem çalışması üzerinde çalışıyordum. Üff, üzerinde çok çalıştım. Dört kare için sekiz saat çalıştım ve editör bunları bana tekrar çizdirip durdu. Altı ya da yedi sayfalık bir hikâyeyi yapmam iki haftamı aldı. Fakat devam ettim ve bugün işte buradayım. Kötü zamanlarda günde beş ya da altı sayfa yaparım. Eğer kurşun kalem çizimleri karayla bitecekse en fazla üç ya da üç buçuk sayfa olur. Çizgi romanı kariyer olarak düşünen herkes bunu aklında tutmalı. Örneğin bugün sabah dörtte işyerindeydim, normalde haftanın beş günü yediden beşe kadar çalışırım. Bu gerçekten bir disiplin meselesidir.
Pazartesi, Temmuz 19, 2010
Pazar, Temmuz 18, 2010
Cumartesi, Temmuz 17, 2010
Gemide Devrim
(...) geçen yüzyılın ilk çeyreğinde, büyük bir balıkçı gemisinde geçiyor. Gemi, sadece avlanmıyor, denizde kaldığı sürece yakalanan yengeçlerin işlenip kutulanması-konservelenmesi sürecini tamamlayan bir fabrika gibi çalışıyor. Kobayaşi, romanı yazarken doğallıkla Potemkin Zırhlısı’ndan (1925, Yön. Sergei Eisenstein) esinlenmiş; kalabalığın giderek yükselen tansiyonu, klostrofobik ve gayri insani çalışma ortamı, insafsız yetkililerin yarattığı öldürücü hiyerarşi, filmin başlangıcını hatırlatıyor. Fırtınada balıkçılardan ikisi denizde kayboluyor ve bir Sovyet gemisi tarafından kurtarılıyorlar. Yaşam koşulları bakımından iki gemi arasında bir mukayese yapılıyor ve Sovyetler lehine olan fark, Japon balıkçılar için zihin açıcı oluyor. Yengeç gemisinde işçilerin işverene karşı birlik olmasında Sovyet gemisinden dönenler öncülük ediyorlar. Bu yönden bakıldığında Kobayaşi’nin Yengeç Gemisi, devrimci (ve yeni) Potemkin (miti) ile karşılaşıyor. Hatırlayanlar çıkacaktır, Potemkin Zırhlısı’nda, kurtlanmış etlerle yapılan yemeklere isyan eden denizciler, o hayhuy içinde Rus-Japon savaşına göndermede bulunarak ‘Japonların elindeki Rus esirler bile bizden daha iyi durumdalar’ mealinde bir şeyler söylüyorlardı. Elimde somut bir veri yok ama....yazının tamamı için link
Etiketler: 101 Yorum
Salı, Temmuz 13, 2010
Harvey Pekar - 1939-2010

Harvey Pekar, 12 Temmuz 2010 sabahı, Cleveland'daki evinde ölü olarak bulundu. Ölüm sebebi henüz belli olmamakla birlikte, Pekar'ın bir süredir prostat kanseriyle mücadele ettiği biliniyor.
1970'lerin ilk yarısında American Splendour adlı otobiyografik underground çizgi romanını, aralarında Robert Crumb'ın da olduğu çeşitli çizerlerle işbirliği içinde yayınlamaya başlayan Pekar, öykülerinde bilhassa gündelik hayatın 'önemsiz' ayrıntılarına odaklanıyordu. 80'lerde David Letterman'ın programına katılımıyla ve 2003'te çizgi romanlarından uyarlanan American Splendour adlı film sayesinde daha mainstream bir şöhret kazanmıştı ve son birkaç yıldır çizgi romanları DC/Vertigo tarafından yayınlanıyordu.
Son olarak, geçtiğimiz sene The Beats ve Studs Terkel's Working adlı grafik 'belgesel' çizgi romanları yayınlanmıştı.
Pazartesi, Temmuz 12, 2010
Ölümün İyiliği Hatırlattığı Masal
(...) Geçenlerde Gaiman’ın senaryosunu yazdığı Ölüm-Yaşamanın Ağır Bedeli adlı çizgi roman yayınlandı (Baykuş Kitap, 2010). İçeriğini özetleyecek bir ifadeyle iyimser bir çizgi roman Ölüm, tortusu-kendisi okura bunu hissettiriyor... Yavaş bir kurgusu var, bilinçli bir tempo elbette bu. Edebi nitelikli ve aslına bakarsanız epeyce şairane bir dilin tercih edildiği balonlar okuyoruz bolca. Ölüm meleğinin yüz yılda bir insan suretinde yeryüzüne inmesi, insanlar arasına karışması fikrine dayanıyor hikâye. Canını aldığı insanların ne hissettiğini anlaması için yapılırmış bu ritüel. Didi adlı neşeli, çevresine iyilik saçan, sağaltıcı genç bir kadın olarak iniyor dünyaya Ölüm. Kimle konuşursa karşısındakine bir ferahlama sağlıyor. İntihara meyilli, umutsuz ve epeyce kasvetli, zekâsı yüzünden acı çeken Sexton adlı bir delikanlıyla yolları kesişiyor. Biteviye daralan, çabuk sıkılıp öfkelenen mutsuz bir ergen bu...Yazının tamamı için link
Etiketler: 101 Yorum
Pazar, Temmuz 11, 2010
Vicdan Adlı Bir Kedinin Hikâyesi
(...)Vicdan, pek çok kedi anlatısında olduğu gibi insan özellikleriyle tipleştirilmiş, yanlış anlaşılmasın, funny animal – Walt Disney tarzı insan gibi konuşup yürüyebilen hayvanların kahramanı olduğu bir anlatı değil bu. İnsanlarla hayvanlar birbirlerini anlamıyor, iki tarafın konuşmalarını okurlar olarak biz izleyebiliyoruz. Bu anlamama hali, anlatıcı olan Vicdan’ın yorumlarıyla komikleştiriliyor. Hınzır, hazırcevap, ağzı bozuk, ‘erkek Fatma’ ölçüsünde bir sokak kedisi karşımızdaki… Gerçi Vicdan’ın cinsiyeti bazen önemsizleşiyor, meydan okuyuculuğu nedeniyle bir erkek gibi algılanabiliyor, bu ilginç. Ertem, Vicdan’da iyi bildiği bekâr evlerini, sonraki çalışmalarında özel olarak ilgi gösterdiği hırsızlar, metresler ve fahişelerin dünyasını resmediyor bize. İnsanlarla pragmatik ilişkiler kuran, karnını doyurmak için sevimlilik yapmak zorunda kalan ve tüm bunlara rağmen özgür bir ruhu olduğuna çevresindekiler kadar kendini de inandırmaya çalışan Vicdan, seyahatleri sırasında karşılaştığı, metreslik yapan kadınlara benziyor en çok. Vicdan nasıl evden eve savruluyorsa bu kadınlar da hoyrat ve zengin erkekler arasında bir yaşam mücadelesi veriyorlar. Tavizkârlar, iltifat ediyorlar, refah peşinde koşuyorlar ve işler ters giderse kıyasıya kavga ediyorlar.
yazının tamamı icin link
Etiketler: 101 Yorum
Cumartesi, Temmuz 10, 2010
Herşey Acı ve Hüzün Taşıyor
(...) Güvenli Bölge Gorazde, gazetecilik yaklaşımıyla türün tipik bir örneği. Sacco, kendisine tercümanlık yapan Edin aracılığıyla pek çok insanla konuşuyor. Büyük bir çoğunluğuyla arkadaş oluyor ve yaşadığı yakınlaşmayı gizlemiyor; onlarla içki içiyor, evlerinde kalıyor, videodan filmler seyrediyor. Sacco’ya yönelik en önemli eleştirilerden biri nesnelliğini yitirmesi, açıkça Filistinlilerden veya Boşnaklardan yana olmasıdır. Benzer eleştiriler, vakt-i zamanında Norman Mailer ya da Truman Capote için de yapılmıştır. Devletin suçlu olarak gösterdiği insanları sempatikleştirdikleri için eleştirilmişlerdir. Oğuz Aral, gazetecilik pratiği içinden konuşarak çizerlerine “Kimsenin çayını içmeyeceksiniz” öğüdünü verirdi, “yoksa eleştiremezsiniz”. Oysa biliyoruz ki çay içmek ya da çay içerken hasbıhal edebilmek dahi her zaman ve herkesle mümkün olmayabiliyor. İdeolojinin işleyişi, kültürel sermayenin yaratığı mesafeler bunu doğal olarak zorlaştırabiliyor. Eleştirdiğin değil hemfikir olduklarınla bir aradasın çoğunlukla, benzer yayınları okuyor ve tartışıyorsun, kültürel kimliğinin sınırlarını eleştirdiklerine göre belirliyorsun, onlarla da çay içmek zaten istemiyorsun. Sacco, objektifliğe inanmıyor, güçlü değil mağdur ve zayıf olanın yanında durarak tavrını baştan gösteriyor.Yazının tamamı için link
Etiketler: 101 Yorum
Cuma, Temmuz 09, 2010
Perşembe, Temmuz 08, 2010
Çarşamba, Temmuz 07, 2010
Pazartesi, Temmuz 05, 2010
Bir Sergi Duyurusu
Karikaturka 2010 - Küresel-Bölgesel
Acilis: 9 Temmuz Cuma, Saat 19:00, Tütün Deposu, Istanbul
Süre: 10. Temmuz – 6. Agustos 2010
Sergide bulunacak cizerler Joep Bertrams (NL), Jos Collignon (NL), Burkhard Fritsche (D), Gabi Kopp (CH), Güneri İçoğlu (TR), Tom Janssen (NL), Heribert Lenz (D), Sefer Selvi (TR) ve Markus Urfer 'dir (CH)
Tütün Deposu İstanbul, 9 Temmuz 2010 tarihinden itibaren Karikaturka 2010 - Küresel-Bölgesel adlı sergiye ev sahipliği yapacaktır. Serginin sunum ve organizasyonunu İstanbul Diyalog Derneği, Amsterdam persmuseum ve Kassel Caricatura Gallery üstlenmişlerdir. Bunların yanı sıra, Almanya Federal Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Amsterdam Stichting Democratie en Media, İstanbul Hollanda Başkonsolosluğu, yine Amsterdam Stichting Röportaj, İsviçre Pro Helvetia Arts Council, dDf Istanbul ve de Anadolu Kültür İstanbul sergiye maddi destekleri ile katkıda bulunmaktadırlar.
Türkiye, Hollanda, Almanya ve İsviçreden seçlmiş birbirinden başarılı karikatüristler eserlerini ilk defa birlikte Caricaturca 2010’da sunmaya hazırlanıyorlar. Yaklaşık 200 eser birbirinden farklı kültürel manzaraları ve bağlamları kıyaslayarak gözler önüne serecektir. Serginin alt başlığı ‘ Küresel-Bölgesel’, farklı mızah anlayışlarını kıyaslama hedefini ifade etmektedir. Bu çerçevedeki genel odak noktası ise, karikatüristlerin kendilerinin yaşadıkları dünya ve bu dünya içerisinde barınan populer kültür, politika ve bireysel olarak ilgilendikleri temalardır. Eserlerin bir kısmı, karikatür krizi olarak adlandırılan gerginliği ve kendilerinin bu noktadaki fikirlerini de konu almaktadır.
Acilis saatleri: Sali – Cumartesi 11:00 – 19:00
Etiketler: duyurulur
Zeynep Ozatalay: "Piyasa İşleri Dışında Projeler Üretmeliyiz"

(...) Aslında meslek sıkıntılarıyla ilgili bahsettiğim şeyin acısı tam da buradan çıkıyor. Kendimiz için birşeyler yapmak, piyasa işleri dışında proje üretmek.. Etrafım çok yetenekli insanlarla çevrili, o kadar inanılmaz çizerler var ki memlekette.. Ne yazık ki çok büyük vaktimizi sadece geçimimizi sağlamak için çalışmakla harcıyoruz. Ne zaman bir araya gelsek konuşup duruyoruz, ama bu işleri organize eden, takip eden, dağınık olanı toplayıp üretime dönüştürecek ekipler gerekiyor. Sadece bir yazar- çizer birlikteliği de yeterli değil. Gerçi mesela ÇAPA yıllarca kendi çabasıyla üretti, çizdi, bastı, dağıttı. Pek çok fanzin bu duruma örnek gösterilebilir. Ama bunun bir adım ötesine henüz yaygın olarak geçemedik.
Röportajın tamamı için link
Etiketler: Deli Gücük
Pazar, Temmuz 04, 2010
Sanat ve Emek demişken
Güzel bir yazı var bu linkte. Tesadüfen karşılaştım. Yener Çakmak yazmış, aralıklarla eski çizerlerimiz hakkında hoş yazılarına rastlarım. Sevgi ve selam gönderelim kendisine. Yazıya konu olan mesele şu: İthaki bir süre önce Kemal Tahir'in mahlasla yazdığı Mayk Hammer romanlarını neşretmiş ve kapak resimlerini ilk yayınlarında olduğu gibi aynen kullanmıştı. Yener Çakmak, haklı bir hassasiyet göstermiş ve kitapta kapak ressamının adının yazılmamasına içerlemiş. Linkte daha ayrıntılı olarak göreceğiniz gibi kapak Firuz Aşkın'a ait. Ben yukarıdaki fotoğrafa bayıldım esas. Ara Güler, Kemal Tahir ve Firuz Aşkın dizilmişler, güzelmiş. Diğer yandan yazıyla ilgili eleştirim var: Firuz Aşkın'ın çizdiği kapakların yabancı-benzer nitelikte romanlardan birebir faydalanarak (kimileri buna kopya diyebilir) çizildiklerini hatırlatmakta bence gerekli. Çağlayan Yayınlarından çıkan serinin hemen her kapağı böyle çizilmiştir. Vakit yoktur, telifi düşüktür, şöyledir-böyledir. Evirelim çevirelim nedersek edelim sonucu değiştirmez. Bu kapaklar çalıntıdır. Firuz Aşkın'a hakkını teslim etmek nasıl önemliyse (ki sahiden her yaptığı işi zevkle izlemişimdir) sanat ve emek demişken ilk çizere hakkını teslim etmek ayrıca önemlidir. Ben olsam künyede ya da arka kapakta bir parantez de kapak çizeri için açar, sukunetle kendisini değerlendirerek not düşerdim. Üstelik bu çalıntı, kitabın 'ucuzluğunu' ve 'tornistanlığını' pekiştirmiyor mu sizce? Herneyse karşılıklı çalıp söylüyoruz işte...
Cumartesi, Temmuz 03, 2010
Cuma, Temmuz 02, 2010
Perşembe, Temmuz 01, 2010
Kolektif Çalışma Öğretici ve Zenginleştiricidir

Deli Gücük çizerlerinden Emre Yüce ile konuştuk
(...) Pek çok çizer ve yazarın bir araya gelmesini, kolektif bir çalışma hazırlamasını nasıl buluyorsunuz?
Kimileri bu şekilde çalışmanın, insanları zorladığını ve kısıtladığını düşünebilir ancak farklı tarzların böyle buluşması, hem çalışanlar için öğretici olabilir, hem de kurgulanan eseri zenginleştirebilir.
Deli Gücük nasıl bir kahraman sizce?
Çoğu çizgi roman kahramanı adalet ve iyilik için savaşır. Deli Gücük de temelde öyle ama doğaüstü yanları ve görüntüsü insanları korkutuyor. Kimi zaman olayların içine girmeyip, sadece görünüp geçmesi, O’nu herşeyi aşmış, kayıtsız, varla yok arası bir varlığa dönüştürüyor.
Röportajın tamamı için link
Etiketler: Deli Gücük


























