Çarşamba, Şubat 22, 2006

Hayallerimizi Süsleyen Bir Uzun Tüfek mi?

Türkiye'de çizgi roman denince akla hemen Teksas-Tommiks ikilisinin gelmesi bir talihsizlik mi acaba? Bu talihsizliğin yalnızca çizgi romana has bir durum olmadığını kabul etmekle işe başlanabilir galiba.

Herhangi bir alanın en çok öne çıkan figürleriyle anılmasında şaşılacak bir taraf yok. Ama öne çıkan figürün niteliklerinin, o alana veya sanat dalına dair değil daha çok o ülke veya o zaman hakkında fikir verdiğini hiç unutmamak gerekiyor.

Türkiye'de çizgi romanının başına gelen de çok farklı değil. Bu memlekette çizgi romanın Teksas-Tommiksle anılıyor olmasının, bir tür olarak çizgi roman düşünüldüğünde çok bir anlamı yok; bu iki karakterden yola çıkarak çizgi roman hakkında söylenebilecekler o kadar sınırlı ki... Ama yine aynı saptamadan veya nesnel olgudan hareketle Türkiye hakkında söylenebilecekler pek de öyle sınırlı değil.

Keşke sorun Türkiye halkının beğeni düzeyinden ibaret olsa. Ya da beğenmeyenlerin de konuya gerçekten hakim olduğunu bilsek... Ama ne yazık ki öyle değil. En basitinden, Amerikan kültür emperyalizminin ülkemizdeki elçileri olarak görünen bu iki karakterin yaratıcılarının İtalyan olduğunu bunu her fırsatta yazanların arasında kaç kişi biliyor örneğin? Bu ikisinin veya listeye eklenebilecek benzer çizgide diğer çizgi roman serilerinin, örneğin Walt Disney'le aynı kefeye konulamayacağının hiç mi önemi yok mesela? Bu iki çizgi romanda rastlanabilen Amerikan propagandasının savaş sonrası İtalyası'nın siyasi atmosferiyle doğrudan ilişkili olduğunu, İtalyan çizgi romanının 60'lı yılların sonundan başlayarak gireceği farklı rotada üretiminin bu ilkel dönemin ürünlerinden köklü bir şekilde neden farklılaştığını anlamamız da mümkün değil o zaman. Aynı akımın 90'larda ürettiklerini yorumlamak da...

İyi kitap, kötü kitap
Ne önemi var diye sorulabilir elbette. Tüm hayatı boyunca on beş yaşında kalmaya mahkum bir salak ergenin, vahşi kızılderililere ders vermesi, dört bir yandan bizi kuşatmış Amerikan emperyalizminin, periyodik çıkmak zorunluluğuyla ne kadar çizilebilecekse o kadar çizilmiş karelere nasıl sindiğini anlamamıza yetiyor nasıl olsa... Çocuklarımızın kafalarını zehirleyen kötü kitaplar bunlar; Teksas kötü, Tommiks kötü, çizgi roman kötü...

Ne yapmalıyız o zaman? İyi kitaplar okumalıyız. Sen, ben, biz, onlar, çocuklarımız, çocukları, ezcümle hepimiz kötü kitaplardan uzak durup, iyi kitaplar okumalıyız. Evet, okumalıyız...

Okuduk mu? 1970 ve 80'lerde çok satan çizgi roman dergileri, kötü dergiler Türkiye'de artık yayınlanmamaya başladıktan sonra çocuklar, gençler, yetişkinler iyi kitaplar ve iyi dergiler mi okumaya başladı? Hepimiz biliyoruz, yine okumadılar.

Ama yine hepimiz biliyoruz ki, çizgi romanların yayını sürseydi de okumayacaklardı. Çizgi romanların böyle olumlu bir etkisi de olmayacaktı.

O zaman tekrar sorulabilir: Ne önemi var çizgi romanı anlamaya çalışmanın? İlgilenecek o kadar önemli konu, okunacak o kadar iyi kitap varken, bir de çizgi roman üzerine kafa patlatmanın manası var mı?

Kahramanlar sahnede
Çizgi roman kahramanlarının dahi, kendileri hakkındaki bu "hayati" soruna dair yorumları farklı olurdu muhtemelen. Mesela Teks bu problem üzerinde kafa patlatacağına, sizin kafanızı patlatırdı. Çünkü Teks'in yumruk atmadan önce konuştuğu daha hiç görülmedi. Teksas-Tommiks tayfasının veya Zagor ve kankasının yüzünüze konuyu hiç anlamadıklarını ele veren boş gözlerle bakacağı da kesin gibi. Manhattan semalarında uçup, dünyayı kurtarmakla meşgul maskeli süper Amerikan zibidilerini de boşverin. Onlarla aynı dili konuşmuyoruz zaten. Hem bugünlerde ABD'li çizgi roman kahramanları, Iraklıları X-ışınlarıyla kızartmakla o kadar meşguller ki, bizimle ilgilenmeye vakit bulamazlar. Ayrıca, Araplara, siyahlara veya o an hedef tahtalarında kim varsa onlara karşı tavırları düşünüldüğünde ilgilenmemelerinin sağlığımız açısından daha hayırlı olacağı bu kadar barizken, bu konuda ısrar etmenin bir anlamı da yok.

Ama '90'ların umut vadeden karakteri Dylan Dog bir şeyler söyleyecektir mutlaka. Size aynalardan, farklı boyut ve zamansallıklardan, umutsuz aşklardan, sonsuzluktan, korkudan, yalnızlıktan, döngülerden, tekrarlardan, pastişlerden, üst anlatılardan söz edecektir. Hatta uzun uzun anlatacaktır. Ama yakaladığınız insani mesajlar, bu karmakarışık tabloda yitip gidecektir. Ne dediği, nasıl söylediğinin altında ezilecek, hatta bazen nasıl söyleyeceğiyle uğraşırken, hiçbir şey söylememeyi de başaracaktır. Dylan, 90'larda Londra'da yaşamaktadır...

Ancak olur da, Ken Parker'a rastlarsanız cevabını dikkatle dinlemeniz gerekebilir. Bir "kovboy"dan duymaya alışık olmadığınız laflar işitebilirsiniz. Zaten bir süre sonra, karşınızdakinin gerçekten 19. yüzyılda yaşamış bir Amerikalı olduğundan şüphelenmeye başlayacak ve sohbet biraz daha derinleştiğinde teşhisinizi koyacaksınız:

Evet, Avrupalı bir aydınla konuşuyorsunuz. Hem de 20. yüzyılın Avrupalı aydınıyla...19. yüzyıl Amerikası yanıltmasın

Ken Parker'ın yaratıcıları, yazar Berardi ve çizer Milazzo, neden dertlerini anlatmak için zaman olarak 19. yüzyılı, mekan olarak ise Amerika kıtasını seçtiler, bu sorunun net bir yanıtı yok. Berardi ve Milazzo, İtalya'da dönemin çizgi roman endüstrisinin hakim eğilimlerine en azından bu bağlamda uymaya çalışmıştır belki veya sorunun yanıtı çok daha basit de olabilir; canları öyle istemiştir...

1968'in hatıralarını akıl ve kalplerinde hâlâ canlı tutan iki sanatçının yarattığı Ken Parker periyodik olarak yayınlandığı yedi yıl boyunca ve daha sonrasında da hep yaratıcılarıyla birlikte anılan ender çizgi roman kahramanlarından biri oldu. Hatta Türkiye'de bile "Alaska" ismiyle ilk yayınlandığı sırada, kapağında yazarı ve çizeri yazan tek kahramandı. Ama bu durumun yalnızca Türkiye'ye özgü olduğu düşünülmemeli. Çizgi roman dünyasında yaratıcılarıyla bu kadar özdeşleşmiş pek az kahraman vardır; çoğu karakterin bir baş yazar ve çizeri olsa da dergilerde değişik öykücü ve çizer isimlerine sıklıkla rastlanır. Karakterin veya kahramanın temel özelliklerinin baş yazar tarafından yazılması, tipin bir çizer tarafından yaratılması, işin bir süre sonra, periyodik yayıncılığın da gereği olarak, bir ekip tarafından götürülen fabrikasyon bir üretime dönüşmesi "piyasa" şartlarında kaçınılmazdır.

Ken Parker çizgi kahramanların dünyasında, periyodik yayınlar arasında, bu özelliğiyle de önemli istisnalardan bir tanesidir. Berardi hiç ara vermeden yazmış, tüm kapakları resimleyen Milazzo çok az öyküde, o da çok iyi çizerlerden olmak koşuluyla, yardım almıştır. Ama yaratıcıların üzerinde oluşan bu ağır zaman baskısı bir süre sonra kendisini gösterecektir.

Berardi 1984 yılında periyodik olarak çıkan son Ken Parker sayısında yazdığı açık mektupta öncelikle bu zaman baskısından şikayet ederek, bu şekilde devam ederlerse aynı kaliteyi tutturamayacaklarını itiraf eder ve dizinin bundan sonra belirli bir periyoda bağlı kalınmaksızın serbest olarak yayınlanacağını duyurur. Ancak tahmin edileceği gibi bu mektup aslında Ken Parker'ın veda mektubu ve zaman bu açık mektubun yazılmasının nedenlerinden yalnızca birisi ve belki de önemsiz olanıdır.

Berardi bir aydın hastalığına yakalanmıştır; fena halde yorgunluktan muzdariptir. Aralıklarla yayınlanan birkaç Ken Parker macerasından sonra her iki sanatçı da başka projelerde çalışmaya başlayacaktır.

Avrupalı aydın kaybetmeye mahkum mu?
Uzun tüfekli Avrupalı aydının macerası artık sona ermiştir. İlginç olan Parker'ın vedasının Avrupalı aydının başka vedalarıyla çakışmasıdır. 1980'lerin sonlarına gelindiğinde Avrupalı aydının gelecek on belki de yirmi yıl için yolu az çok belli olmuştur artık. Ken Parker, o yolda yürüyemeyecek bir adamdır. Bu şartlarda devam etmesindense veda etmesi, Berardi ve Milazzo'nun Parker hakkında verdiği bir diğer isabetli karardır.

Avrupalı aydınların süngüsünün düştüğünün kesinleştiği yıllarda, Ken Parker'ın tetiğe asılmayı sürdürmesi olacak iş değildir.

Hem zaten, Parker'ın tek atımlık da olsa bir tüfek taşıyor olması yeterince şaşırtıcıdır. Ken Parker o tüfeğiyle insan bile öldürmektedir. Bu noktada, Ken Parker'ın Avrupalı aydının doğrudan, bire bir karşılığı olarak yaratılmadığı, idealize edildiği ve idealize edilirken de Avrupalı aydının kendisinde görmek istediği özelliklerle donatıldığı anlaşılmaktadır.

Parker'ın kişiliğinde Avrupa aydınının zaafları kadar, özlemleri de mevcuttur. Ken Parker, kaçınılmaz olarak Avrupalı ufukların çizdiği sınırların içerisinde hayallerin vücut bulmuş şeklidir; O, aşkları, cesareti, yumrukları ve mermileriyle hep olunmak istenendir. Ama o hayaller eski bir '68'linin hayalleri, giderilmek istenen o eksiklikler, kazandığını zannederken kaybetmiş bir kuşağın eksiklikleridir. Ken Parker'ı da, hiç ulaşılamayacak olmalarıyla övünülen hedefler sakatlamıştır.

Ken Parker, hayallerin ve özlemlerin de malulen emekli olabileceğinin belgesidir.

O Avrupalı aydının en cesur, en kararlı, en aşık, en inatçı, en çalışkan, en üretken, en devrimci anı ve halidir. Ama o bile hayat karşısında zaman zaman çaresizdir.

O, iktidarını konsolide etmeye çalışan ABD burjuvazisinin Washington'da katlettiği kızılderili senatörün katilinin izini sürecek kadar cesur, tüm dostlarını bir komploda kaybettikten sonra bile kızılderililere olan inancını kaybetmeyecek kadar kararlı, bir fahişeye veya Meksika'da devrimci bir grubun üyesi sandığı "Carmen" kod adlı güzele gönlünü kaptıracak kadar aşık, buzlar ülkesinde bembeyaz bir çaresizliğin ortasında dahi hedefinden vazgeçmeyecek kadar inatçı, eskimoların arasında onların üretim ilişkilerine dahil olduğunda o alçakgönüllü halk kadar çalışkan, kızılderililer arasında geçirdiği uzun zaman boyunca doğada bir beyazdan beklenmeyecek kadar üretken, katıldığı bir işçi direnişinde grevcilere saldıran polisi gözünü kırpmadan vuracak kadar devrimcidir.

Ama insanları değiştirmek konusunda pek iddialı değildir. Büyük hayal kırıklıklarının sebebi de çoğu zaman bu isteksizliktir işte. Sırt çevirdiği düzene karşı inat ve cesaretle ideallerinin peşinde koşmaya çalışan Ken Parker, o hayallerin yaşama geçmeyeceğini biliyordur aslında. Hem de "Dünya kurulduğundan beri zenginler ve fakirler hep varolmuştur." diyen denizciye "Yine de bu, günün birinde bazı şeylerin değişmeyeceği anlamına gelmez." şeklinde yanıt vermesine rağmen...

Günün birinde bazı şeyler değişecek, o güne kadar hep varolan zengin ve fakir ayrımı artık olmayacaktır ama Parker buna inanırken dahi, hem de tüm idealize edilmiş özelliklerine rağmen, hayata ve tarihe karşı çaresiz durmaktadır.

Yaratıcılarının takdir edilmesi gereken yetenekleri yüzünden olsa gerek, bu çaresizlik Ken Parker'a yakışmaktadır da üstelik. Hatta okuyucu bir süre sonra, karaktere gerçeklik hissini verenin de tarihe karşı sergilediği bu çaresiz duruş olduğunu sanmaktadır. Çünkü Ken de, hepimiz gibi, son anda kaybetmeye mahkum birisidir.

Ama gerçekten öyle miyiz? Hakikaten kaybetmeye mahkum muyuz? Ken Parker'ın ve dolayısıyla uzun tüfekli Avrupalı aydının sormayı beceremediği asıl soru bu galiba...

Berardi ve Milazzo'nun, Ken Parker'ı '80'lerin sonlarında ortaya çıkan virajdan sakınmaları da bu bağlamda sorgulanmalı. O virajı dönemeyeceklerini bilenlerin Ken Parker'ı bizlere emanet etmeleri ne kadar isabetliyse, en baştan o virajı dönemeyeceğini kabullenmek de en az o kadar talihsiz ve hatta o isabetli karara yol veren bir anlayış değil mi?

Sevinelim mi, üzülelim mi bilemiyorum... Ama düzenle barışan, umutsuzca ve çaresizce de olsa beslediği hayallerden vazgeçmiş bir Ken Parker'ı hiçbirimizin görmek istemeyeceğini çok iyi bilsem de, ilk tercihimizin uzun tüfeğiyle bugün de insanlık dersleri vermeye devam etmesi olduğuna da eminim. Denemekten değil, mücadele etmekten söz ediyorum...

Ama '90'larda Julia'yı yaratırken suçu toplumsal boyutundan soyutlayıp fazlasıyla kişisel deneyimlere dayandıran Berardi bunu beceremezdi galiba. Hem unutmayalım, virajı dönemeyeceğini hisseden ve anlaşılan o ki, sonrasında da dönemeyen Ken Parker değil, Berardi ve Milazzo'ydu.

Ken Parker da, tüm hayalleri ve zaaflarıyla Avrupalı aydın da orada bırakılan yerde duruyorlar. Bizlere emanetler, bizi bekliyorlar...

Bu arada, ne önemi vardı çizgi romanı anlamaya çalışmanın? Bunca lafın arasında soruyu yanıtlamayı unuttuk mu yoksa?..


Egemen Aslan
Sol Dergisi Sayı: 197 - Mart 2003

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home