Perşembe, Haziran 08, 2006

Geçmiş Zaman Olur ki - Süper Kahraman Ekolü

(...) Birer simge olarak değerlendirildiğinde Superman ve Batman, süper kahraman tipinin iki zıt yüzünü temsil etmektedir: aydınlık ve karanlık, tanrı ve insan, doğuştan var olan yetenekler ve çalisarak elde edilenler... Sonraki yılların Marvel Comics’i, o yıllardaki Timely Comics’in 1941’de yayınladığı Captain America’ysa vatanseverliği yansıtıyordu. Onun da etkisiyle o dönemdeki bütün kahramanlar II. Dünya Savaşi’na katılarak Amerikan halkının moralini düzeltti. Böylece “comic book” tirajları milyonlara fırladı.

Ancak savaştan sonra, okurlar bu tür dizilerden sıkılmaya başlayınca yayıncılar çareyi korku türüne sığınmakta buldular. Tabii bu da çok uzun sürmedi. 1953’de Amerikan Senatosu bu türdeki dergiler hakkında “kamu ahlâkına aykırı” uyarısı üzerine araştırma başlatınca, o dönemin sendikal şirketleri (Marvel, DC, King Features, vs.) kendi aralarında birleşerek bir tür “oto-sansür” uygulamasına geçtiler. Böylece o tarihten sonra yayınlanan bütün çizgi roman dergilerinin kapağında “Comics Code Authority”nin damgası bulunmaya başladı.

Bu gelişmelerin ışığında Amerikan Çizgi Roman’ında iki önemli değişiklik yaşandı: Bir taraftan Süper Kahraman’lar yeniden eski rağbetlerine kavuşurken; diğer taraftan da “underground” denilen ve sendikal şirketlerden bağımsız olan, yayın hayatlarını kendi çabalariyla sürdürmeye çalisan yüzlerce dergi çikti piyasaya.

50’li yılların ikinci yarısında DC, tozlu raflarda beklemekte olan birçok projeye “olur” deyince, piyasayı ondan kapmak isteyen Marvel’le ciddî bir rekabete girişmiş oldu. Ancak Marvel’in Stan Lee gibi bir kozu vardı ve bu yazar/editör sayesinde Marvel Comics’in Altın Çag’i başlıyordu.

Lee, DC’nin vakur ve erdemli kahramanlarına karşilık, soap opera’lardan etkilenmiş yapıtlarına hafif bir komedi unsurunu ekliyor ve ilk olarak 1961’de Fantastic Four’u yaratıyordu. Bir yıl sonraysa ilk Çizgi Roman anti-kahramanını, Spider-Man’i ortaya çikariyordu. Spider-Man, özellikle 68’lerde bütün bir ögrenci gençliğin simgesi haline geliyor, diğer kahramanlardan farklı olarak “süper kötü”lerle değil, kendi kişisel sorunlarıyla savaşiyordu. (Arada sırada bir-iki tane kötü adam dövdüğü de oluyordu tabii.)

Stan Lee orijinal bir fikir yakalamıştı ve bunu değerlendirmek istiyordu. Bu ilk başta zor oldu tabii. Hikâyelerini yayınlatmak için yayıncıları ikna etmesi zaman aldı. Hatta ilk dergiler piyasaya sürüldüğünde okuyuculardan herhangi bir tepki gelmeyince neredeyse işinden oluyordu. Ancak yavaş yavaş, Lee'nin yazdığı dergilerin tirajları artmaya başladı. Bunu gören yayıncısı, Lee'den bu türde öyküler yazmaya devam etmesini ister. Ve asıl hikâye de bundan sonra başlar.


Timely Comics o dönemde henüz ismini Marvel olarak değiştirmemişti. Ancak kolları sıvayan Lee, daha sonraları "the Marvel way" olarak bilinecek tarzın temellerini çoktan atmıştı. Yeni dergiler birbiri peşi sıra geldi. Stan Lee Fantastic Four için Jack Kirby ile çalisiyordu. Spider-Man'i çizme göreviyse Steve Ditko'ya verilmişti. Daha sonra gene Kirby’den, X-Men ve Thor gibi günümüzde halen yayınlanmakta olan dergiler geldi.


Asıl adı Stanley Lieber olan Marvel’in bu temel “Adam”ının yarı gerçekçi öykülerini Jack Kirby’nin güçlü, dinamik, hareketli çizgileri dengeliyordu. “Kral” Kirby’nin tipleri evrenin fonunu oluşturan yaratıklara karşi çarpisan mitik kahramanlardı. 1970’de Marvel’i terk ettiğinde Kral, arkasında günümüze dek yaşayacak bir stil bırakmıştı.


DC için çalisan Neal Adams’ın çizgisi Kirby’nin abartılı stilinin tam zıttıydı. Onun kalem ve fırçayla çinileme tekniği Adams’ın Milton Caniff’in gerçek varisi olarak kabul edilmesini sağlamıştı. Adams’ın teknikleri bu Süper Kahramanların fantezi dünyasına uyarlandığında onların görsel olarak kendilerinden öncekilere oranla çok daha gerçekçi ve inanılır olmalarını sağlıyordu. Adams onları gelişmiş yüz ve duygu ifadeleriyle donatıyor; perspektif ve anatomideki ayrıntılı ve titiz çalismasiyla bu karakterleri yumuşak, akıcı hareketlere sahip kılıyordu. Adams’ın en büyük başarısı 60’larda bir TV dizisinin batağına saplanmış olan Batman’i tek başina kurtarmayı başarıp, ona özgün kişiliğini geri vermiş olmasıydı.


70’lerde Adams’ın stili bu alandaki genç yeteneklere bir model oldu, onların kendi stillerini bulmalarına olanak sağladı. Bugünkü çizerlerse bu modele tepki olarak realizmin sınırlarını zorlayarak, hatta sürrealizme, yani gerçekdışılığa kaçarak daha illüstre çizim tekniklerine yöneliyorlar.


[Yazı, Kosta Ceran tarafından 1993 yılında koloni fanzininin ikinci sayısı için yazılmıştır]

0 Comments:

Yorum Gönder

<< Home