Cumartesi, Aralık 30, 2006

Yücel Köksal Serüven'de

(...) 1957 yılında, galiba Hürriyet gazetesiydi, çıkan bir ilanı gördüm...Dönemin en önemli yayınevlerinden Ekicigil kopist çizer arıyordu. Çizimlerimi alıp gittim. Yayınevinin sahibi Recep Ekicigil gösterdiğim örnekleri beğendi ve bana kurşun kalemi çizilmiş birkaç çizim vererek yarına kadar bunları çinileyip getirmemi istedi, kararını o zaman vereceğini söyledi. O güne kadar hep kurşun kalemle çalışmışım, çinilemenin nasıl yapılacağı hakkında hiçbir bilgim yok ama bunu söylemeye de çekindim. (...)

[Babıalinin en ünlü kapak çizerlerinden biri olan Yücel Köksal'la yaptığmız röportaj 15 Ocak'ta çıkacak sayımızda yer alacak]

Brian K. Vaughan 'Kayıp'

Y the Last Man, Ex Machina, Runaways ve The Escapist serilerinin yazarı olarak tanıdığımız Brian K. Vaughan, Amerika'da olduğu kadar ülkemizde de bir fenomen haline gelmiş TV dizisi Lost'un yazar kadrosuna "executive story editor" olarak katılmış bulunuyor. Fakat, Vaughan çizgi roman yazarlığını bırakmayacağını söylemiş. Ayrıntıları, Brian K. Vaughan'ın myspace sayfasında okuyabilirsiniz.

Perşembe, Aralık 28, 2006

Anemi 6

Yaz. Serdar Kökçeoğlu, Çiz. Taner Duran

Salı, Aralık 26, 2006

Creepy'nin Hikâyesi...

(...) Hikâye tarifesi Charlton Comics’le aynıydı, yani sayfa başına 5 dolar. Bir yazarın orijinal bir hikâye için kazanacağı para yaklaşık 30-40 dolar arasında bir şeydi. Robert Bloch’un Creepy için yazmayacağının farkındaydım. Böylece benim sayı başına kazancım 325 dolara düşmüş oluyordu. 1964 yılında bile bu pek ahım şahım bir miktar olmayıp Creepy’nin ayda bir yayınlanacağını da göz önüne aldığınızda sonuç tam anlamıyla bir yıkımdı.

[Creepy'nin hikâyesi, yaratıcı Russ Jones'in kaleminden Serüven'de, 15 Ocak sayımızda]

Pazar, Aralık 24, 2006

Watchmen Serüven'de...

(...) Moore’un sonraki bir Watchmen baskısına yazdığı önsözde belirttiği gibi, “Artık deneyimin çılgına çevireceği kadar insan değildir, dünya ve dünyanın kaygılarıyla bağ kurabilecek kadar insan değildir artık” (aktaran Fishbaugh, 195). Ancak zaman ve ideolojinin harekete geçmiş olaylar silsilesinde ona biçtiği rolün de farkındadır. “Hepimiz birer kuklayız…” der Laurie’ye. “Bense ipleri görebilen bir kuklayım, o kadar” (Moore ve Gibbons IX, 5).

15 Ocak'ta, Serüven'de...

Limon ve Zeytin Sergisi

Salih Memecan'ın ünlü kahramanları Limon ve Zeytin'in bantları Ankara Karikatür Vakfı Galerisi'nde 20 Ocak 2007'e kadar sergileniyor (Tel: 0312- 229 84 83)

Sakarya'da Çizgi Roman...

Sakarya İl Halk Kütüphanesi, çizgi roman ile ilgili özel bir bölüm ayırmaya karar vermiş. Kütüphane çalışanlarından çizgi roman sever Şener Yelkenci aracılığı ile gerçekleşen bu önemli uygulama, 25 Aralık günü çeşitli etkinlikler içeren bir programla okurların kullanımına açılacak. Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın (TOG) Türkiye genelinde sürdürdüğü Benim Kütüphanem Projesi’ne dahil edilen uygulamayı bağış yoluyla çeşitli yayınevleri, okurlar ve Çizgi Roman Okurları Platformu desteklemiş. Sakarya İl Halk Kütüphanesi’nde gerçekleşecek etkinlik programı şöyle:

25 Aralık 2006 Etkinlik Programı:
12.00: Çizgi Roman Kitaplığı Açılış
Tören, açılış konuşması, açılış
13.00: Çizgi Roman Belgeseli Gösterimi
Kağıttan Sinema
Yönetmen: Meral Özçınar – Erdem Tepegöz
Sineroman Film Atölyesi / İzmir 2006
14.00: Panel
Çizgi Roman, Çocuk-Genç ve Kütüphane İlişkisi
Lami Tiryaki, Şener Yelkenci, Ümit Kireççi
Gün boyunca Çizgi Kahraman kostümleriyle animasyon gösterileri gerçekleştirilecek.

Cumartesi, Aralık 23, 2006

Mystere, Ölüler Adası üzerine

Lal Kitap'ın Martin Mystere serisinin 57. sayısına adını veren "Ölüler Adası", öyküsünü Arnold Böcklin'in meşhur tablosundan alıyor.
Tablo, çizgiromanda da belirtildiği gibi, Böcklin tarafından beş kere resmedilmiş. Albümün 24. sayfasında Interpol ajanı Pastore'ün yaptığı sunumda kayıp 4. versiyonun resminin yer alması ilginç; zira internetteki kaynaklarda bu resmin bir kopyasına hiç rastlamadım. Tablo 2. dünya savaşında kaybolmuş veya yokolmuş olarak varsayılıyor.
"Ölüler Adası", çizgiromandaki gibi olağanüstü güçler atfetmek mümkün olmasa da, çok büyük bir üne sahip. "16. yüzyıldan beri en çok ünlenen Alman sanat eseri" olduğu söylenmiş. Birinci dünya savaşında Alman askerler, cepheden evlerine mektup yazarken, bu resmin basılı olduğu kartpostalları çokça kullanmışlar. Daha sonrasında, çizgiromanda da bahsedildiği gibi, Hitler 3. versiyona sahip olmuş. İntihar ettiğinde odasında asılı olan tabloya, Moskova'nın görevlendirdiği bir subay el koymuş.
Lenin ve Freud'un duvarlarında da birer kopyası yer almış.

Rachmaninov'un 1909 tarihli aynı isimli süiti ile, üç yıl sonrasında Max Reger'in bestelediği Böcklin süiti de, tablonun esinlediği müzik eserleridir.

Sinemadaki esinlenmeler, 1933 tarihli orijinal King Kong versiyonu ile başlıyor: Kafatası adasının ilk görüntülerinde, tablonun son (Leipzig) versiyonuna açık gönderme var. Ardından, RKO Radio Pictures yapımcısı Val Lewton, önce 43 tarihli "I Walked with a zombie" filminde tabloyu arkaplan görüntülerinde kullanmış; ardından iki sene sonraki Boris Karloff'lu "Isle of the dead" filmi, tablodakini anımsatan bir Yunan adasında geçer.
Film, bizde iki yıl gecikmeli olarak, "Hortlaklar Adası" adı altında, 47'de gösterime girmiş. Sağda filmin Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmış ilanı yer alıyor.

Mystere albümünde bahsi geçen bir referans da, Zelazny'nin Isle of the Dead romanı. Albümde her ne kadar romanın tabloyla bir ilişkisi olmadığı yazılsa da, romanda Illyria gezegeninde bir gölün ortasında yer alan "Ölüler Adası" tablonun birebir esinlediği bir mekandır.

Alien'in tasarımcısı Giger'in, neredeyse bir yüzyıl sonra yaptığı bir versiyonun da bahsi geçiyor. Mystere albümünde iki farklı yorumdan bahsedilse de (s.57) bildiğim kadarıyla tek bir resim bu. Resmi buradan görebilirsiniz. Bu, Mystere albümünde resmedilen Giger yorumuna da benzemiyor..

Son olarak, Manara'nın "isle of the dead" yorumuna buradan bakabilirsiniz. Ancak bu çizim bir albümde yer alıyorsa da, hangisi olduğunu bilemiyorum.

Cuma, Aralık 22, 2006

A Requiem

Sinema okullarında bazı sinemacılardan nedense hiç bahsedilmez. Dört yıl boyunca Jodorowsky ve Paradjanov'un adını anmadan sinema tarihinde dolaştığımızı hatırlayınca tuhaf hissediyorum. Örnek verdiğim iki sinemacının yanına daha çok isim eklenebilir fakat güçlü örnekler olduğunu düşünüyorum. Ayrıca ortak noktaları da çok fazla, en başta ikisi de gerçekçi olma kaygısı hissetmeden katı gerçeklere saldırmışlar.

Geçen gün Paradjanov A Requiem isimli belgeseli izledim. Paradjanov zamanında Sovyet otoriteleri tarafından sürrealist olduğu gerekçesiyle dört yıl hapis cezası alıyor. Belgeselde baskı altında geçirdiği dönem karikatür ve çizgi roman yapmaya başladığını ve sanatını kağıt üzerinde devam ettirdiğini söylüyor. Söyleşi esnasında kimi örneklere de yer veriliyor:

V for Vendetta 2006'nın en çok satan çizgi romanı

Türkiye'nin en büyük kitap satış sitesi ideefixe'in 1 Ocak - 21 Aralık 2006 tarihleri arası satış verilerine göre en çok satılan çizgi roman V for Vendetta albümü oldu. En çok satan 25 kitabın listesi ve diğer ayrıntılar Serüven'in Ocak'ta çıkacak yeni sayısında.

Perşembe, Aralık 21, 2006

İspanyollar Çizgi Roman Uyarlaması Yapıyor…


1956-1968 yılları arasında aralıklı olarak İspanya’da yayınlanan El Capitan Trueno sinemaya uyarlanıyor. Yazar Victor Mora ve çizer Ambros (Miguel Ambrosio Zaragoza) tarafından yaratılan El Capitan Trueno, İspanya’da tüm zamanların en çok satan çizgi romanlarından (bir dönem haftada 170.000). 12. yüzyılda dünyayı dolaşan, özgürlük ve adalet için savaşan bir şovalyenin ve arkadaşlarının konu edildiği çizgi roman, uluslar arası bir projeyle büyük bütçeli bir yapım olarak İngilizce çekilecek. Adının The Adventures of Captain Thunder olması planlanan filmi İspanyol yönetmen Agustin Diaz Yanes yönetecek.

http://www.beyazperde.com/haber/8673

http://www.capitan-trueno.com/

koloni blog 1 yaşında...

Serüven ekibi olarak tam bir yıl önce koloni blog sayfasına başladık. Bir yıl içinde her ay artan bir izleyici sayımız oldu, toplamda 75 bine yaklaşan ayrı ziyaretçi sayımızla anlaşıldığımızı, beğenildiğimizi düşünüyoruz. Bütünüyle iyi niyete ve amatör bir hevese dayanan çabamıza gösterdiğiniz ilgi için teşekkür ederiz. Çizgi roman adına doğru ve güzel işler yapma arzumuz halen sürüyor. Herkese şimdiden iyi seneler ve başarılar dileriz.

Çarşamba, Aralık 20, 2006

Çizgili Kenar Notları

Türkiye’de toplumsal, ekonomik ve kültürel olarak dışlanmış, marjinalleştirilmiş olanlar, kenar mahallelerde yaşayanlar, yoksullar... mizah dergilerinde, çizgi romanlar-hikayelerde nasıl resmediliyorlar? Çizgi roman kültürü üzerine incelemeleriyle tanıdığımız Levent Cantek’in derlediği kitapta, son yirmibeş yılda derinleşen sınıfsal yarılmaların, toplumsal tahayyüle nasıl yansıdığını gösteren çalışmalar yer alıyor.

Funda Şenol ve Levent Cantek, çizgi romanlarda kenar mahallenin nasıl tasvir edildiğine bakıyorlar.
Levent Gönenç, 1970’lerin sonunda çıkan Mikrop Dergisi üzerine incelemesiyle, bugün için çarpıcı bir mukayese çerçevesi sunuyor. Bugüne ilişkin canlı bir analiz ise, Serpil Aydos’un, son yirmibeş yıldaki ekonomik dönüşümün kültürel ve sınıfsal sonuçlarının LeMan’daki yansımalarını ele alan yazısında bulunabilir. Can Yalçınkaya, L-Manyak ve Lombak dergilerinde Cihangir semtinin temsillerine göz atıyor. Gökçen Ertuğrul-Apaydın, günümüzün çizgili mizah dergilerinde beden, erkeklik ve cinsellikle ilgili anlamlandırma mekanizmalarının izini sürüyor. Bir marjinal kategorisi olarak Kürtlerle ilgili iki makale var kitapta: Aydan Çelik, Ender Özkahraman’ın Orası Hikâyeleri’ni inceliyor, Mesut Yeğen de Doğan Güzel’in Qırıx karakterini.

Kendi çizgi roman dünyasını kenardakilerle kurmuş bir sanatçının, Ergin Ergönültaş’ın eserleriyle ilgili yazılar, kitapta başlıbaşına bir bölüm oluşturuyor. Şenol Bezci, Sevilay Çelenk ve Funda Şenol, üç pencereden Ergönültaş’ın Terso hikâyesini okuyorlar: Kenar mahalle algısı, mağdur-kahramanlar, yoksulluğun içine kapalılığı ve çaresizliği... Gürsel Korat
ve Tanıl Bora ise Ergönültaş’ın başka bir hikâyesinden hareketle yoksulların/garibanların çizgi roman ve popüler edebî söylemdeki temsilleri üzerine düşünüyorlar.

[
Çizgili Kenar Notları, Ocak 2007'de İletişim Yayınlarından çıkıyor. Yukarıdaki alıntı kitabın arka kapak yazısından]

Salı, Aralık 19, 2006

"Karacaoğlan"

Birden sustu. Konuşmadı. Bir türkü dönüyordu başında gene. İçten içe bir tür türkü söylüyordu. Umutsuzdu. Kolu kanadı kırılmıştı. İçinden diyordu ki:
Ak kolların sala sala yürüyen
Nasıl getireyim seni ele ben
Ben bir şahin olsam sen bir balaban
Alsam cırnağıma çıksam yola ben

İlinizde yok mu idi kadılar
Ak ellerin altın tasta yudular
Seni bana yeşil ördek dediler
Onun için dolaşırım göle ben

"Karacaoğlan" Yazan: Yaşar Kemal Resimleyen: Münif Fehim
Cumhuriyet, 24/05/1956

Çiko, Cisco Kid - II

Daha evvel Çiko ile benzerliği bu blogda konu edilmişti; ancak resimler silinmiş maalesef. Jose Luis Salinas'ın Cisco Kid'inin yardımcı karakteri Panço'dan bahsediyorum.

Ben de geçen haftaki kütüphane mesaimden edindiğim şu kareyi paylaşayım dedim. Nisan'59 Milliyet gazetesinden..

Cisco Kid, O'Henry'nin 1907 tarihli "Heart of the West" başlıklı öykü derlemesinden esinlenerek yaratılmış bir karakter. Kitaptaki "The Caballero's Way" öyküsünde, Cisco Kid, zevk için adam öldüren genç bir canidir. Herhangi bir şeriften, saniyenin altıda beşi kadar daha hızlı silah çektiği için, yakalanmaz...
Öykünün tamamı gutenberg'den okuyabilirsiniz.

Cuma, Aralık 15, 2006

Dynamo 5

Jay Faerber'in yazdığı, Mahmud Asrar'ın çizdiği Dynamo 5'in ilk sayısı, 7 Mart'ta Image Comics'den çıkıyor. Konusu şöyle özetlenmiş:

"Captain Dynamo, the greatest super-hero in the world, was not the most faithful husband. Now he's dead and his family is trying to piece together their lives. As his enemies descend on his unprotected city, Captain Dynamo's widow rounds up his five illegitimate children, each of whom have inherited one of their father's super-powers. Can these total strangers come to terms with their powers, their father's legacy and each other as total chaos erupts? This new ongoing monthly series as Image Comics chronicles a super-hero team like no other -- Dynamo 5!"

link

Tebrikler Mahmud!

Perşembe, Aralık 14, 2006

George Best Futbol Öğretiyor

Yetmişli yılların başında dünyanın en ünlü futbolcularından biri olan George Best'in futbol anlattığı bir bant, Milliyet'ten (Nisan 1972, Fotoğraf: Gökhan Demirkol).

Salı, Aralık 12, 2006

Nine planets without intelligent life

İlginç bir online çizgi roman
link

Setne ve Taş Tanrılar

Nihayet! Setne ve Taş Tanrılar albümümüz sonunda bitti...Yener Duran'ın yazıp Taner Duran'ın çizdiği bu fantastik hikâyeyi sonunda tamamlayabildik. Önümüzdeki haftadan itibaren basım ile ilgili hazırlıklara başlıyoruz, neşeyle duyuralım istedik.

Çizgi Roman Reklamları 12

Bir Milliyet Çocuk İlanı, 13 nisan 1972 [Fotoğraf Gökhan Demirkol]

Pazartesi, Aralık 11, 2006

Emrah Ablak l.e.s.s. videoları

youtube bize güzel sürprizler yapmaya devam ediyor. Aşağıda Emrah Ablak'ın l.e.s.s. adlı bir punk rock grubunun iki şarkısına çektiği videoları izleyebilirsiniz:

Alkolik Kuşlar:


Beni Aldığında:

Pazar, Aralık 10, 2006

Comicspace

Onlinecomics.net sitesinin kurucusu Josh Roberts, ComicSpace (www.comicspace.com) adlı bir site kurdu. Yonja, MySpace gibi arkadaşlık sitelerinin mantığıyla işleyen bu sitede, çizgi roman üreticileri, okuyucuları, araştırmacıları, koleksiyonerler birbirleriyle tanışıp kaynaşabiliyorlar, birbirlerini arkadaş listelerine ekleyip, yorum yazabiliyorlar.

Serüven'in de bir ComicSpace sayfası var: www.comicspace.com/seruven

Bu vesileyle, bir iki hafta önce hazırladığımız myspace sayfasının da adresini verelim:

www.myspace.com/seruvendergisi

Kadın Gazeteci Lil


Jacques Blondeau, 50'li ve 60'lı yıllarda Opera Mundi'nin önemli strip bant çizerlerindendi. Ajansı için hazırladığı serilerden en önemlileri, Parisien Libéré için hazırladığı 'Arsène Lupin', Samedi Soir için hazırladığı 'Lil' ve 'Maigret' serileridir. Bunlar dışında, resimlerin altında metnin yer aldığı "eski moda" roman uyarlamalarına da imza atmıştır.
Kaynak: http://lambiek.net/artists/b/blondeau_j.htm

Blondeau'nun Maigret serilerinin 54-56 yılları arasında Cumhuriyet'te yayınlandığından haberim vardı; ancak bunlardan evvel, Lil'in de yayınlandığından haberim yoktu. 21 Ocak 1951'de Cumhuriyet'te neşrine başlanan ilk seri, Kadın Gazeteci Lil'in Maceraları / Esrar Peşinde başlığını taşıyor. 2 Temmuz 1951'de başlayan ikinci seri ise X Teşkilatı'dır.

Gazeteci Lil'in tanışlarından biri, Genton adında bir komiser, kendisinden yardım isteyen bazı kişileri Lil'e yönlendirir. Lil, yaşlı halasıyla ve terrier cinsi köpeği ile yaşamaktadır. Üzerine aldığı vakalarda yardıma çağırdığı yakışıklı gazeteci arkadaşı Blaise'i de sayarsak ekip tamam: Bonelli'nin Julia'sı ile benzerliği dikkat çekici olan bir seri bu.


Bülent Üstün Makina'daydı.

Bülent Üstün dün gece Makina’da Okan Bayülgen’in konuğu oldu. Programa, geçen hafta gösterime giren Takva filmi ekibinden senarist Önder Çakar ve oyuncular Erkan Can ve Güven Kıraç ile birlikte katılan Bülent Üstün kısa bir süre bile olsa konuşma fırsatı bulabildi. Okan Bayülgen, Büstün’ü, Fermuar’ın bu haftaki kapağında Takva filminin afişinden yola çıkarak güncel politikaya dokunduran bir espri yer aldığı için çağırmış (1).

Okan Bayülgen, Takva ekibiyle konuşurken, Büstün onun karikatürünü çiziyordu. Bir kamera Büstün’ün karikatürünü çekmeye başlayınca, Bayülgen “Bülent lütfen yapma, kameranın dikkatini çekiyorsun ister istemez, ayrıca beni o kadar çirkin çizme” gibi bir şey söyledi (2). Daha sonra kendisine mizah dergiciliğiyle ilgili sorular sordu. Gırgır’ın çok satmasının mı, yoksa günümüzde mizah dergilerinin az satmasının mı normal olduğunu sordu. Bülent Üstün bu soruya, Gırgır’ın yayımlandığı dönemde tek bir televizyon kanalının, tek bir erkek dergisinin, tek bir kadın dergisinin olduğunu, kendilerininse birden çok televizyon kanalı ve derginin yanısıra, internetle yarışmak durumunda kaldıklarını söyleyerek cevap verdi. Fermuar’ın henüz çok fazla tanınmadığını, ama mizah dergilerinin ilk çıktıkları zamanlar zaten çok fazla satmadıklarını, yavaş yavaş tanınmaya başladıklarını belirtti.

Okan Bayülgen Takva ekibine mizah dergisi okuyup okumadıklarını sordu. Önder Çakar her hafta Penguen aldığını söyledi. Güven Kıraç da Penguen okuduğunu, zaten hepsinin arkadaşları olduğunu belirtti. Erkan Can da hangi mizah dergisini bulursa onu okuduğunu söyledi. Okan Bayülgen, konuklarını uğurlarken “Bülent, bundan sonra derginizin takipçisiyim” dedi. Takva ekibi “biz de” diye ekledi. İzleyicilerin büyük kısmının ve konukların Fermuar’dan ilk kez haberdar oldukları belliydi. Hatta Bülent Üstün’ün kim olduğunu ancak Okan Bayülgen “Kötü Kedi Şerafettin’in yaratıcısı” olduğunu söyleyince anladılar ve alkışladılar. Kanımca bu programın Fermuar’ın tanıtımına büyük katkısı oldu.

Notlar:

(1) Bu tarz, film afişlerinden uyarlanan kapaklar mizah dergileri geleneği içinde bir yenilik değil elbette. Fakat Fermuar’ın tanıtılmasında önemli bir rol oynadığı kesin.
(2) Bülent Üstün daha önce L-Manyak’ın 9. sayısındaki Kötü Kedi Şerafettin macerasında Bayülgen’i çizmişti. Yanda söz konusu kareleri görüyorsunuz. (Allah’ım, daha “geek” olabilir miyim?)

Cumartesi, Aralık 09, 2006

Avrupalı çizerler çok daha rahat bu konuda...

Az önce Diviné ile konuşurken bunu sordum. Senelik bir albümü nasıl çıkartıyorsunuz, bu sene boyuna ne yiyip ne içiyorsunuz diye sordum. Çok fazla rahat koşullarda olmadıklarını söyledi, kısıtlı paralar kazanıyorlarmış. Bir avans oluyormuş, iş tesliminde geri kalanı alıyorlarmış. Gördüğüm kadarıyla onlar için rahat olan sürekli çizmek zorunda olmamaları. Albüm çalışması yapıyorlar, öyküler çok önemli. Biz bir dergide çalışıyoruz. 15-20 kişilik bir kadrosu var. Arkamızdan sürekli yeni bir kuşak geliyor. Yeni kuşaklar sürekli değişen genç okuyucunun ilgisini çekebilecek yeni fikirlerle ortaya çıkıyorlar. Bizdeki çizer ömrünü kısaltan bu. Gençlere yer vermek zorundasın, onlar da senin okuyucunu kapıyorlar. Çoğu çizer de bir yerden sonra küsüp başka bir şey yapıyor. (Gülerek) Alan hem öğütücü hem de çok dar. [Çizgi romanın etrafında buluşma 2004, Ankara. Kenan Yarar, konuştuğu Fransız çizer ile kendi çalışma koşullarını kıyaslıyor]

Yedi Sekiz Dokuz ya da Cennetin Yedi İsmi


Eski çağlarda sanatları 9 adet Musa (esin perisi) simgeliyordu:

· Kalliope (ismi, güzel ses anlamına geliyor): Epik (destansı) şiirin esin perisi

(kimi kaynaklara göre lirik şiirin)

· Klio (ismi, kutlamak, övmek anlamına geliyor) : Tarih

(unutulmaması gerek ünlü, şanlı eylemlerin dile getirilmesi)

· Erato : Lirik (korolu) şiir (özellikle de aşk şiiri)

· Euterpe : Müzik (flüt)

· Melpomene : Tragedya

· Polymnia : Pantomim (ve yazma sanatı)

· Terpsikhore : Dans (ve hafif şiir)

· Thalia (ismi, bitkisel gelişme, doğanın fışkırması anlamına geliyor) : Komedya

· Urania : Gökbilim

Orta Çağ’da sınıflandırma farklıydı ve sanatla bilim ayrı tutulmuyordu. İki grup altında sınıflandırılmış yedi adet “liberal sanat” vardı: İlki, trivium: retorik (belagat/söz sanatı), gramer (dilbilgisi) ve diyalektik (eytişim). İkinci grup ise quadrivium: aritmetik, geometri, astronomi ve müzik. “Mekanik sanatlar” ise mimari, heykel, resim ve kuyumculuğu ifade ediyordu. Sonraları, “güzel sanatlar” terimi 1752’de, Diderot ve Alembert’in Ansiklopedi’sinde ortaya çıktı ve orada, bugün plastik olarak adlandırdığımız sanatları ifade etmek için kullanılıyordu: mimari, heykel, resim ve gravür. Hegel, “Estetik” adlı eserinde, sanatları bir çifte ölçeğe göre sınıflandırıyor; giderek azalan bir maddesellik, giderek artan bir ifadelilik. Böylelikle, aşağıdaki sıralamaya göre altı sanat ayırdetmiştir: Mimari, heykel, resim, müzik, dans ve şiir.

Ricciotto Canudo, Fransa’da yerleşmiş bir İtalyan aydınıydı; ilk sinema eleştirmenlerinden sayılabilecek Apollinaire’in dostuydu. Canudo’nun 1911’de yazdığı ilk kitabın başlığı “Yedinci sanatın doğuşu” oldu. Bu kitapta sinemanın “uzam sanatlarının” (mimari, resim ve heykel) ve “zaman sanatlarının” (müzik ve dans) sentezini gerçekleştirdiğini düşünüyordu, yani kendisinden önce 5 sanat vardı. Sonra -belki de arada Hegel’i okumuştu- kurucu sanat olarak şiiri de ekledi ve sinemaya “7. sanat” mertebesini ayıran “7. Sanatın Manifestosu”nu yazdı. 1922’de, ilk sinema dergilerinden biri olan Yedi Sanat Gazetesini kurdu. Not düşelim: sinemaya “onuncu musa” diyen Jean Cocteau pek itibar görmedi.

Sekizinci sanat, profesyoneller tarafından pek başvurulmayan bir ifade olmakla birlikte genellikle televizyon için kullanılır. Son olarak da “dokuzuncu sanat” bugün çizgi romana ayrılmıştır. Bunu bulan kişi büyük olasılıkla, 1971’de “Dokuzuncu bir sanat için çizgi roman”ı yayınlayan Francis Lacassin’dir. Onuncu sanata gelince; bu yer halen tartışılmakta ve çok sayıda öneri mevcut: internet, dijital sanat ve video oyunları daha ciddi öneriler arasında yer alan bazı dallar...[Isabelle Delauney-Kaplan]


http://fr.wikipedia.org/wiki/Septi%C3%A8me_art’dan çevrilmiştir.

Musa’lar için ek kaynak: Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 4. Basım, 1989.

Cuma, Aralık 08, 2006

En Pahalı Amerikan Çizgi Romanları

Bir yerde rastladım, Amerika’nın en pahalı çizgi romanları şunlarmış

- Action Comics #1
1938’deki kapak fiyatı: 10¢
Bugünkü değeri: $350,000

- Superman #1
1939’deki kapak fiyatı: 10¢
Bugünkü değeri: $210,000

- Detective Comics #27 (Mayıs 1939)

1939’deki kapak fiyatı: 10¢
Bugünkü değeri: $300,000

- Marvel Comics #1 (Ekim 1939)

1939’deki kapak fiyatı: 10¢
Bugünkü değeri: $250,000

- Batman #1 (Bahar 1940)

Nisan 1940’daki kapak fiyatı: 10¢
Bugünkü değeri: $100,000

Perşembe, Aralık 07, 2006

Tenten ve Ben


Aykut blog'a temmuz ayında attığı duyuruyla Anders Østergaard'in hazırladığı Tintin et Moi(Tenten ve Ben) adlı belgeselin yine o ay içerisinde Amerika'nın PBS kanalında gösterileceğini haber vermişti ve bu belgeseli tanıtmak amacıyla Seth, Daniel Clowes ve Chris Ware gibi 6 tanınmış çizerle yapılmış röportajları içeren bir link vermişti. Bu belgesel filmi şimdi Google Video vasıtasıyla izlemek mümkün.

link

Çarşamba, Aralık 06, 2006

Orada Jodorowsky Yoktu…

Borgia dizisi nerdeyse Batı Avrupa ile eş zamanlı olarak Türkçe’de yayınlanmaya başladı. Marmara Çizgi, Jodorowsky’nin senaryosunu yazdığı Manara’nın resimlediği çalışmayı Fransızca’dan tercüme ederek yayımlamayı tercih etmiş. Fransa’da henüz ilk iki albüm yayınlandı. Dizinin Türkçe’deki yayın seyri açısından önemli gördüğümüz için hatırlatmak istedik. Bildiğim kadarıyla geçtiğimiz Kasım ayında İtalya’da dizinin üçüncü bölümü yayınlandı. Hemen söyleyelim: Marmara Çizgi, baskı kalitesi açısından albümü oldukça güzel hazırlamış.

Borgia, edebiyata ve sinemaya sayısız kez konu olmuş bir aileyi anlatıyor. Tarih boyunca pek çok sanatçı ve araştırmacının ilgisini çekmiş tutkulu bir aile olan Borgialar şiddet ve cinsellik dolu farklı hikayelere konu olmuşlardır. Aile hakkında anlatılanların büyük bir çoğunluğu söylentilere dayanır, abartıyla hikayeleştirildiklerini düşündürten epey delil vardır. Batı Avrupa tarihinde Kralın danışmanı, yakını ya da yardımcısı olan her yabancı erkek ve kadının sapkınlıkla ilişkilendirilmesi kuşkusuz tesadüf değildir. Bu hikayelerin yaygınlaşmasını iktidar mücadelesinin parçası olarak görmek doğru olacaktır. Rodrigo Borgia gibi bir Katalan’ın İtalya’da Papalık makamına oturması ister istemez bir rahatsızlık yaratmıştır. Borgia ailesi hakkında yazılanlar Rodrigo Borgia Papa olmasaydı muhtemelen anlatılmayacaktı. Evlilik dışı ilişkiden doğma kızı Lucrezia’nın başına buyrukluğu, erkekleri yönetmesi bu hikâyeleri muhtemelen pekiştirmiştir. Oğlu Cesare’nin sürekli siyahlar giyinerek dolaşması dahi haklarındaki hikâyeleştirmeyi kolaylaştırmıştır. Siyah kötülüğün sembolüdür, ölümdür, vebadır, Azraildir vs., Lucrezia’nin kocalarının şüpheli ölümleri, Lucrezia ile Cesare arasındaki ensest aşk iddiasına bağlanmıştır. Bir başka deyişle Borgia Ailesi ile ilgili anlatılabilecek her türlü uyarlama cinsellik ve şiddet yüklü sahneler içermektedir. Böylesi bir konuyu çizgi romana uyarlarken temel sorun neyin öne çıkartılacağı ile ilgili. Örneğin Manara çizecekse erotik bir hikaye çıkması muhtemel. Üstelik onun mainstream bir erotizm ile ilgilenmediğini, sınırları zorlayarak, normal ile sapkınlık arasındaki çizginin muğlaklığını göstermeye çalıştığını biliyoruz. Şöyle söylemek daha doğru: Manara, cinselliğin hayattaki her türlü ilişki biçiminin belirleyicisi olduğuna inanıyor. Sırf bu nedenle Borgia ailesini kötülemeyeceği baştan belli. Kişisel olarak Jodorowsky’nin bu ailede ne bulduğu, böylesi bir projeye neden girdiğiyle daha fazla ilgileniyorum. İnsan doğasına ilişkin eleştirileri, belki bir arınma arayışı, dini ve ahlaki savrulmalar ailenin hayatında ilgisini çekmiş olabilir diye düşündüm ve kendimce öngörülerde bulundum. İlk albüm itibarıyla bu beklentilerim boşa çıktı diyebilirim, tipik bir uyarlama okudum, tipik bir Manara albümü gördüm ve orada Jodorowsky yoktu. Bu ilginç.

Salı, Aralık 05, 2006

Mayıs Ikıntısı


Memo Tembelçizer'in kısa filmi Mayıs Ikıntısı Youtube üzerinden izlenebilir. Memo, Tarkovski'vari bir kristal imajın peşinde...


http://www.youtube.com/watch?v=BVrFq1U_le8

Çizgi Roman Reklamları 11

Tenten Milliyet Çocuk'ta, 4 Ekim 1972 tarihli ilan. Yayın hakkı ile ilgili duyuru da yapılmış. [fotoğraf Gökhan Demirkol]

Lovecraft'ın yaşamı ve eserleri üzerine...

Vertigo tarafından yayınlanan biyografik grafik romanıyla Serüven'e de konuk ettiğimiz (bkz. http://www.seruven.org/inceleme.php?id=133) H. P. Lovecraft'ın yaşamı ve eserleri üzerine BBC Radio 3'de bir program yapılmış. Neil Gaiman, S. T. Joshi, Kelly Link, Peter Straub ve China Mieville gibi günümüz yazarlarının da katkıda bulunduğu programı web üzerinden dinlemek isteyenler aşağıdaki linke tıklayabilirler:

Link

Pazartesi, Aralık 04, 2006

Hadi Canım Hiç Olur mu veya “Any publicity is good publicity” diyenlere

Bu sabah Hayal Saati sitesini hazırlayan Ahmet Yüksel koloni e-posta grubuna bir link gönderdi. Açıp bakarsanız, Sabah Okur Temsilciliğine gönderilmiş bir eleştirinin konu edildiğini göreceksiniz. Çok ayrıntısına girmeyeceğim, Sabah Kitap ilavesinde çizgi roman ile ilgili bir yazı çıkmış, maddi hatalar varmış. Bir arkadaşımız yanlışlıklara işaret eden bir mail atmış, yazının sahibi de bunları cevaplandırmış, kendini savunmuş. Trajik olan yazarın savunması…Yazar, Türkçe kaynaklara baktığını, İtalyanca çeviriler yaptığını ve İtalyanca-Türkçe internet sitelerinden faydalandığını iddia ediyor. Elbette doğru şeyler söylemiyor, üstelik bunu söyleyen yazar medyaya alternatif bir oluşum olarak varlığını sürdüren bianet’te editörlük yapmış, bu daha da üzücü.

Herneyse, işin farklı bir yanını hatırlatmak istiyorum. Onbeş yılı aşkın bir süredir çizgi romanla ilgili yazılarım yayınlanıyor. Haliyle çok sayıda insan tanıyorum. Alana ilgi gösterenlerin eğilimlerini, ezberlerini bildiğimi düşünüyorum. Yazarken, konuşurken, yazdıklarıma ve konuştuklarıma yönelik bir baskı oluşturulmak istenmiştir: Çizgi romanı eleştirmeyelim. Daha çok serzenişte bulunur insanlar “zaten kaç tane çıkıyor ki”… hep bir aile vurgusu yapılır, ben de bu aileyle didişirim.

Medyada çizgi romanla ilgili yazılar çıkıyor, çoğu sallapati, araştırmadan yazılmış, kes yapıştır metinler. Bir çok koleksiyoncu ve fan, bu metinleri sevinerek karşıladıklarını, yanlışlıklar içerse de çizgi romana katkı getirdiğini söylerler. Bütünüyle yanlış tercüme edilmiş, doğruluğu dahi düşünülmemiş, nahoş bir kapitalist düsturu biteviye tekrarlarlar: “Reklamın iyisi kötüsü olmaz”. Oysa kastedilen kamusallıktır, şöhret ve popülerlik aynı bağlamda bir arada düşünülür, kullanılır. Publicity kavramının kötüsü olmaz diye de bir şey yoktur.

Örneğin Türkiye’de çizgi roman sanat sayılmaz, çocuklara yönelik bulunur, yozdur, ticaridir, yetersizdir, eksiktir, argodur, şiddettir, yanlıştır, tehlikelidir.

Nasıl olmuş da böyle anlaşılmış, bu derece kötü algılanmıştır sorusu başka bir mevzu. Ama kabul edelim, bu yargı da “publicity” etkisiyle oluşmuştur. Vakt-i zamanında şimdikinden çok daha fazla çizgi roman var, büyük gazetelerin her birinde en az 7-8 bant yayınlanıyor, dergiler çıkıyor ama böyle bir yargı oluşmuş.

O tarihlerde çizgi roman aleyhinde yazılmış kaç yazı var ? Kesinlikle çok değil, o yazılar bu etkiyi yaratmış olabilir mi? Hiç sanmıyorum.

Meselenin tersinden düşünülmesini dilerim. Bugün çizgi romanla ilgili olumlu yazıların sayısı epeyce fazla ama hâlâ geçmişten gelen olumsuz yargılarla uğraşmak zorunda insanlar. Üstelik çizgi roman dergileri eskiyle kıyaslandığında bitmiş durumdalar.

Türkiye’de çizgi romanın bir itibar sorunu var. Bu sorun çizgi roman çok sattığında da varolduğuna göre mesele başka bir yerde. Çizgi romanla ilgili sallapati yazıların eleştirilmesi gerekiyor, bir koleksiyoncu ve fan sevdiği “şeye” bu denli saygısızca değerbilmez bir edayla yaklaşılmasını neden sineye çekiyor doğrusu anlamıyorum. Bu yazıların yayınlanması neden bir lütuf olarak görülüyor onu da anlamıyorum? Çizgi romana yönelik geçmişten gelen küçümseyici bakış varolmasaydı o sallapati yazılar bu kadar rahat yazılabilir miydi? Soruyorum: Bu yazıları yazan insanlar bir romancı ya da bir şairden bahsederken, ne bileyim kısa öykü üstüne enformatik bir şeyler yazarken bu kadar fütursuz davranabiliyorlar mı? Elbette hayır, utanmaktan korkarlar.

Üstelik, bırakın çizgi romanı, bir ahlak sorunu değil midir bu? İnsanlar işlerini düzgün yapmalılar, uydurmamalı, çalmamalı, elbette yanlış yapmaktan korkmalıdırlar.

Bu sallapati yazıları iyimserlikle- hevesle kucaklayanların dillerinde pelesenk ettikleri sanat’ın ticaretten çok saygınlıkla ilişkili olduğunu hatırlatıp, iyi reklam-kötü reklam işlerini reklamcılara bırakmalarını tavsiye ediyorum.

Çizgi Roman Reklamları 10

Rakar, 29 haziran 72' [Fotoğraf, Gökhan Demirkol]

Cuma, Aralık 01, 2006

From Page to Screen: Making Web Comics

Scott Mccloud, yeni çıkan kitabı Making Comics'in "Tools, Techniques and Technology" adını verdiği 5. bölümü için kendi kişisel sayfasından web comics üzerine online bir ek bölüm yayınlamış:

Link