Güçlü karakterler yaratıyorum ve figür çizimini de iyi yapıyorum. Bazı insanlar figür ve karakterleri abarttığımı düşünüyorlar ama bence bu benim tarzımın bir parçası. Başta gerçekçi bir çizim olduğunu sanıyorlar. Sonra abartıları gördüklerinde beğenileri kayboluyor. Çizimde öne çıkan şey, yapmak istediğim vurgu. Uzun burunlu bir insan karşıma çıktığımda ben onun burnunu, uzunluğu vurgulamak adına, biraz daha uzun çizerim Kahraman kaslı ise, ben onu daha kaslı hale getiririm. Beni cezbeden veya onları ön plana çıkaran şeyleri vurgularım. Bir şeyleri açık bir şekilde görürüm ve bu benim onları ortaya çıkarmamı sağlar. Edebiyatta, insanlar aynı öyküyü okuyarak farklı imgeler resmederler. Ama çizgi romanda durum daha somuttur.
[Fransa'da] Dört-beş yıldır, olağanüstü bir heroic fantasy ve bilim-kurgu modasıyla, genre çizgi romanına büyük bir dönüş kaydedilmekte (Arleston & Tarquin, Jodorowsky & Beltran, Gibelin & Wendling, Sfar & Trondheim vd). Korsan hikâyeleri son zamanlarda kayda değer bir dönüş yaptı (lain). Keza westernler de öyle (Le Tendre & Taduc, Lewis Trondheim vd). Bir yandan da polisiye öyküler sevilmeye devam ediliyor (Al Coutelis & Bollée vd). Ezoterizm ise yakın zamanda bir gelişme göstermiş durumda (Giroud & de Vita vd). Tarihi öyküler ise, on kadar yıldan fazla bir süredir çok moda iken, görece bir yavaşlama yaşıyor (Hermann vd). Bütün zamanlar boyunca en çok sevilen tür olan ve her çeşidi bulunan mizahın hâkimiyeti ise tescilli (Vuillemin, Bretécher, Philippe Geluck ve Goossens gibi çizerler popüler). Bu arada, birkaç düzine auteur belli bir türde çalışmamakla birlikte halkın ilgisini çekecek kadar şöhret sahibi (Bilal, Moebius, Loisel, Tardi, Juillard, Yslaire, Baru vd). Ayrıca, geleneksel öyküler yerini bugünün çocuklarının gündelik yaşamına daha yakın hikâyelerine bırakırken, çocuklara yönelik çizgi romanın yenilendiği de görülüyor (Bailly, Mathy & Lapière, Midam vd ). Dikkate değer diğer bir olgu: Auteur’ler, daha okumayı bile tam öğrenmemiş çok küçük çocuklara hitap etmekten kaçınmıyorlar. Wilsdorf, Cécile Chicault ve Omond & Yoann onlardan birkaçı. Çocuklara sunulan grafiğin zenginliği ve çeşitliliği de kayda değer, bu da yine Fransa-Belçika geleneğinden son derece uzak bir biçemi oluşturuyor.
(...) Tank Girl’ün asıl adı Rebecca Buck. Gelecekte, dünyaya düşen büyük bir meteorun etkisiyle değişen iklimin ve yayılan hastalıkların medeniyeti yok ettiği bir zamanda, Avusturalya’da bir askeri teşkilatın emrinde paralı asker olarak çalışırken bir dizi yanlışlık ve aksilik sonucunda kaçak durumuna düşüyor. Emrinde çalıştığı teşkilat başına ödül koyuyor ve kelle avcıları harekete geçiyor. Tankie ve arkadaşları kaotik bir dünyada amansız düşmanlarıyla çılgın bir mücadelenin içine giriyorlar. Tank Girl’ü tanımlarken kaotik, amansız, çılgın gibi kelimeler kullanmak o kadar sıradan ki, insan daha fazlasına ihtiyaç duyuyor. Mesela isterik gibi, ya da aptalca, dâhice, çocuksu, çapraşık, uçuk, bağımlılık yapan vs. Onu bu kadar karmaşık ve çekici kılan ise sadece bu paradoksal sıfatları değil, ortaya çıktığı döneme cuk oturan bir özgürlük vaadi taşıması. [Özgür Kurtuluş]
(...) Öncelikle bu iştahlı bilekler vurgulamasını açıklamak istiyorum. Türkiye’de özellikle çizerler arasında kullanılan dilde, jargondan söz ediyorum, iyi bir sayfanın ya da başarılı bir sahne tasarımın ardından “işte bilek” denir. Övgü olarak söylenir bu, çizerin maharetini, sabrını, titizliğini, ince işçiliğini övmek için kullanılır. Usta bir çizeri tanımlamak için “bilek” denir. Çizgisini farklı biçimlerde kullanan, yaptığı işe tekrar tekrar baktıran, bakıp geçemeyeceğiniz isimlerdir bunlar. Türkiye’de renklendirmeyi genellikle çizerler değil başka profesyoneller yaparlar. Bu nedenle iyi çizerler daha çok çiniyi iyi kullanan çizerlerdir. Tarama ucuyla ince ince işler çıkarırlar. Renkten çok çini mürekkebini severler demek gerekiyor belki…İştah ve iştahlı olma meselesi de benzer bir yerden çıkıyor. Yaptığı işi sevmek, tutkuyla hevesle çizmeye başlamakla ilgili iştahlı olmak. İştahla çiziyor olmak, iyi çizer olmanın ön şartıdır nerdeyse…Türkiye’de çizgi dergilerinde, özellikle mizah dergilerindeki üreticiler, dergi matbaaya girmeden bir gün evvel bir araya gelirler, o gün ve o gece birlikte çalışarak, sabahlayarak içeriği hazırlarlar. Birlikte çalışmak, birlikte düşünmek, daha iyi çizmek ve daha iyi espri bulmak için önemli bir reçetedir. Çizerler birbirlerini argo deyişiyle “gaza getirirler”, en önemlisi iştahlandırırlar. İyi bir desen, iyi çizilmiş bir sahne veya estetik bir sayfa, bir çizer için iştah açıcıdır. Mutlaka o da çizmek isteyecektir, eli kaleme fırçaya gider, koşarak masanın-kâğıdın başına gider. Bilekler, usta çizerler mutlaka iştahlı çizerlerdir. Çizmeyi, hikâyeler anlatmayı, çini mürekkebiyle oynamayı severler. İştahla, tutkuyla, neşeyle, öfkeyle ama mutlaka dış dünyadan koparak çizerler.Sizleri çizmeyi seven, iştahlı, tutkulu usta çizerlerle tanıştırmak istiyorum. (Frankfurt Kitap Fuarı, Türkiye-Çocuk Kalpli İsyankâr etkinliklerinde yer alan "İştahlı Bilekler, Türkiye'den Tutkulu Çizgiler etkinliği açılış konuşmasından)
Sık yinelenen bir söz vardır: “Psikiyatri var olmamış olsaydı bile sinema bir yolunu bulup onu icat ederdi”. Günümüz modern çizgi romanı için de benzer şeyler söylenebilir. Berardi, sinemasal etkiyi daha belirgin kılabilmek için, Amerikan sinemasının son yıllardaki gözde materyalini, yani kriminal psikolojiyi Julia hikâyelerinin ana teması olarak kullanmıştır. Bu açıdan “en azından bazı hikâyelerde” Hitchcock sinemasından etkilendiği (ilk sayı sapık’a gönderme ile başlar) ve esinlendiği tartışma götürmez. Bir başka ilginç nokta, Hollywood sinemasında analistleri, genelde kadınların canlandırmasıdır. Bu filmlerde kadın analist; narin, kendini koruyamayan, hafif ukala ve kırılgan kişilerdir. Başroldeki erkek ise güçlü ve koruyucudur. Berardi de bu karşıt aktarımı kullanma yolunu seçmiştir, Julia ve Teğmen Webb arasındaki ilişki gibi. Sinemanın ve çizgi romanın ana karakter olarak kullandığı psikiyatristi (analisti) kavramlaştırdığı ve kullandığı ortadır. Analistten, “suç” gibi ruhsal acılarla uğraşması beklenir. Onlar başkalarının yapamayacağı bir işi, insan ruhunun karanlıklarına inip başaran tıp üstü zihin okuyuculardır. Bu noktada Kuzuların Sessizliği vb filmlerle ve Julia arasındaki benzerlik belirgindir (...) (BC)
[...] (Teks'te) Asla tek suçlu yoktur, bütün kötülükleri üzerinde yoğunlaştıracak “kötü” ise Mephisto gibi istisnadır. Mephisto’nun yanındakilerin onun maşası olduğunu ve her halükârda tek başına, o “teke tek” kavgaya kalacağını biliriz. Suçlular, bütün serüven romanlarında olduğu gibi örgütlüdür, para için bir araya gelmiş serseri ve haydutlar (“pislikler”) olduğu gibi bir tarikatın sadık üyeleri de olabilmektedirler. Para için işe bulaşanlar işler ters gidince (zira Teks olaya karışmıştır bir kere) kaçmaya çalışırlar ancak (ihanetin sonu ölümdür), bizzat örgüt tarafından cezalandırılırlar. Organize olanların önemlice bir kısmı Afrika ve Asya gibi “üçüncü dünyalı” tarikatlardır. Böylelikle şiddetin yanına “büyü ve egzotizm” katılmıştır. Emir kulu olan aklı kıt dev muhafızlar, sinsi yardımcılar çıkar ortaya. Tehdit, şantaj ve para hırsı dolaşır karelerde... IX Kara büyü ve tarikat göndermelerinin Allah sevgisi ya da yardımseverlikle bir ilgisi yoktur elbette. Bir parantez açalım “din adına cinayetler işleyen” bir kötü yoktur Teks öykülerinde. Para ve iktidar hırsı kötülerin belirleyicisidir, bir “ideal” uğruna savaşan varsa bile onlar yalnızca kandırılmış “maşalardır”. X Teks’te suçların temelini mülkiyet haklarına tecavüz ve yasalara uymamak oluşturur. XI Teks’in yöntemlerinden en çok şehirliler ve eğitimli liberaller hoşlanmaz. XII Teks, “doğa”dan gelir, özgür bir adamdır-şehrin değer yargıları onu pek ilgilendirmez. Bu yüzden eylemleri nedeniyle –ve elbette kelimenin dar anlamıyla- bir devrimcidir, çünkü kanun koyucudur. Öte yandan bu “düzene” karşı “bu düzeni biliyor ve onu bu biçimiyle reddediyorum” diyebilecek bir marjinal de değildir. Daha çok bir kanun koruyucu ve ahlâkın temsilcisidir. XIII Teks, bütün zamanların en çok konuşan kanun adamıdır. Bütün planlar, tuzaklar ve yapılması gerekenler uzun uzun konuşulur. XIV Teks evreninde “gizem” yoktur, okuyucu görülenler aracılığıyla “evreni” kolaylıkla anlayabilme imkânına sahiptir. Bu sebeple kötüyü Teks’ten çok daha önce okuyucu görür. Görür görmez de tanır. XV Teks’i gülerken hatırlamak için Karson’a ihtiyaç duyarız. XVI Teks’te edebi dalgalanmalar, derin insanî çözümlemeler bulunmaz. Ne Teks kendini sorgular ne de kötüler. Kolay, akıcı bir zihin uyarıcıdır. [...] link
National Association of Comics Art Educators (Ulusal Çizgi Sanatları Eğitimcileri Derneği) son yıllarda çizgi romanın algılanışındaki ve yasal bir sanat biçimi olarak kabul edilmesindeki gelişmelere bakarak “çizgi roman uzun süren bir ergenlikten sonra nihayet rüştünü ispatladı” diyor websitesinde. Hem sektöre yönelik hem de eğitimsel çalışmalarda bulunan derneğin genel ve temel amaçları şöyle:
1.Amerika’da eğitim kurumlarında çizgi romanın anlaşılmasını ve kabul edilmesini hızlandırmak amacıyla ulusal bir forum oluşturmak.
2.Okullarda çizgi roman, karikatür, bant karikatür ve bant çizgi roman gibi çizgi sanatları derslerinin geliştirilmesine danışmanlık etmek, yardım sağlamak.
3.Burs, ödenek ve yayın olanağı sağlayarak genç yeteneklere destek olmak.
4.Çizgi sanatının öğretimine çeşitli ve deneysel yaklaşımları teşvik eden kaliteli bir eğitimin gelişimini desteklemek
5.Çizerler için iş olanakları yaratmak
6.Çizgili sanatın tarihini korumak
7.Derneğin amaçlarını geliştirmek ve gerçekleştirmek için yayıncılarla ve ilgili kurumlarla bağlantılar oluşturmak ve sürdürmek.
Her bölümü "devamı var" veya "arkası yarın" gibi notlarla biten ilk dönem Amerikan bantları için devamlılık esastı. Karakterlerin bir "geçmişi" vardı ve bu sayede bir "gelecek" kazanıyorlardı. Benzer ama aynı olmayan durumların tekrarıyla sağlanan bu süreklilik içerisinde çizgi romancının görevi, her bölümde kahramanın o ana dek bilinmeyen bir yönüne ışık tutmaktı. Aynı zamanda ileride ortaya çıkması muhtemel detayları "hissettirmek" de okuyucunun merakını mümkün olduğunca canlı tutmak açısından önemliydi. Okuyucu daima kahramanın hayatında dönüm noktası olacak "o" sürpriz gelişmeyi bekler. Ama aynı okuyucu bu türde bir gelişmenin (evlenmek, emekliye ayrılmak, ölmek) kendisini sevdiği kahramandan uzaklaştıracağını da bilir. Değişimden korkar, çünkü bu, dizinin sonu olabilir. Belirli sınırlar dahilinde okuyucu ile sanatçı arasında danışıklı bir dövüş vardır. Böyle bir ortamda tehlike, bir güvensizlik unsuru olmaktan çıkıp tam tersine bir güvenlik unsuru haline gelir. Normal hayatta maceradan maceraya atlamanın getireceği hareket ve heyecan bir süre sonra yorgunluk ve bıkkınlığa dönüşecekken, çizgi roman evreninde serinin (ve kahramanın) devamlılığına hizmet eder. (...)