Pazar, Şubat 28, 2010

Tarih ve Çizgi Roman


Resmi tarih tezleriyle hesaplaşmak ortaya çıkış amacımız değil. Biz gerçeği arıyoruz ve bunu aktarmaya çalışıyoruz. Hesaplaşma diyebileceğimiz tek şey, birilerinin tarihin bir taraflarını kendilerinin sayması, ona sahip çıkarak istedikleri gibi yönlendirmeleri, yeniden yazmalarına karşı olan tavrımız. Orta Asya bir gruba, Osmanlı bir gruba, Cumhuriyet dönemi bir başka gruba ait gibi gözüküyor. Bunlardan biri hakkında bir şey yapmak için bu gruplardan birine ait olmak zorunda değilsiniz. Zaten bu yapılarak insanların resmin tamamını görmesi engelleniyor. Bunu kabullenir ve kendiniz araştırmazsanız, her olaya nakillerle, “durum böyleyken” diye başlamak zorunda kalırsınız. Resmi tarih yalan söylüyor demek biraz iddialı bir söylem. Ama bazı noktaları üstünkörü geçtiği hatta görmezden geldiğini söylemek daha gerçekçi…[Kutsi Akıllı, Şafak Günlükleri çizgi romanını temel alarak tarihten söz ediyor]

Drama vs Realism (3)

Etiketler:

Platonik

Sembol
link

Etiketler:

Perşembe, Şubat 25, 2010

Nişancı

Deli Gücük 2, Alacakaranlık Zamanlar albümünden...
Yaz. Aziz Tuna C. çiz. Emre Yüce

Etiketler:

Adım Anneli Furmark


“Adım Anneli Furmark, 60'lı yıllarda Luleaa'nin Gammelstad kasabasında doğdum. Resim eğitimi aldım. İşim ressamlık aslında.” Anne ve babası ayrılınca o da Yunanistan'a güzel sanatlar okumaya gitmiş ve dönünce de çizgi romana merak salmış. “Resim sergileri açıyor olsam da en çok çizgi roman üretiyorum. Kendimi bildim bileli çizgi roman okurum. Evde yüzlerce çizgi romanım var. Tenten'in maceralarını ezbere bilirim. Asteriks ve Red Kid'i de severim. Beni etkileyen çizer Mumintrol’un (bizdeki adıyla Mumin) yaratıcısı Tove Jansson'dur. İngilizce dergilerde de yayınlanan eski hikâyelerine bayılırım onun. 80'li yıllarda Galago adlı çizgi roman dergisini okumaya başladım. Büyükler için çizgi roman üretiliyordu orada. 16 yaşındaydım ilk çizgilerimi orada yayınladım. Sonra kitap da oldu orda çizdiklerim. Devamı da geldi. Çizgi romanda her şey anlatılır gibi geliyor bana. Hatta bazı şeyler var ki, yalnızca çizgi romana uyuyor. Çoğu insan çizgi romanın eğlendirici, hafif olması gerektiğini savunur; bana göre biraz rahatsız etmesinde yarar var,'' diyen Anneli'nin dergide çizdiklerinden oluşturduğu kitabı 2002'de basıldı ve halen ilgi ile okunuyor. Daha sonra çıkardığı kitabı “Labirentler ve öteki çizgi romanlar” (2002) ile başka bir zamanı anlatır bize Anneli. O anlattığı zamanda da aileler ayrılır, ama bu ayrılmalar çocukları etkilemez. Orada 7 yaşındaki çocuklar tek başlarına yaşayabilmektedir. Orada istiyorsa sanatçı olmak isteyen kızlar Yunanistan'a gidebilir sorun olmadan. Asıl amaçları rasgele maceraya atılmaksa bunu gizlemezler. Kimse bir yerlere gitti diye gençleri yadırgamaz, yargılamaz. Ancak kaygılananlar haklıdır da. Gidilen yerde hep savaş vardır. Ve bu savaş aslında hep başkalarının savaşıdır. Sonraki kitabı “Amatörlerin Gecesinde” 2004'te Finlandiya'da ödül kazanan kısa çizgi romanlarını toplar. Bu çizgi romanların ana özelliği karar vermekte zorlanan işler yapan insanların anlatılmasıdır. Bunlar amatör insanlardır. Kitabın adı da bu yüzden onlara yapılan bir göndermedir. Kendileri için neyin iyi olduğu konusunda pek emin değildir amatör insanlar, Anne Furmark'a göre. Bir amatör, seven insandır; idealisttir ama düşündüğü gibi yaşamayı da beceremeyendir, bir yandan bir işe içi yanar ama o yandığına da yoğunlaşmaz aynı zamanda. [Firuz Kutal’ın Kuzey Işıkları 2 yazısından, yeni Serüven 1]

Ah Minel Aşk

Yaz.Yavuz Yıldırım
Çiz. Nakkaş
link

Etiketler:

Çarşamba, Şubat 24, 2010

Drama vs Realism (2)

Salı, Şubat 23, 2010

That Salty Air


Tim Sivert, 1983 doğumlu genç bir auteur. Grafik roman neşreden Top Shelf Production yayınlamış That Salty Air’i (2008). Naif ve samimi bir anlatımı var, çiniyi iyi kullanıyor, karelemesinde sıcaklığı okuyucuya yansıtabilme maharetine sahip, şurası kesin ki çok daha iyi işler çıkaracak ileriki yaşlarında. Okyanus kıyısında yaşayan genç bir çifti anlatıyor bu hikâyesinde. Doğum sevinci ve ölüm yası arasında gelişen bir öğrenme anlatısı diyebilirim. Çok başvurulan bir tema olan doğanın ruhu gibi, okyanusun canlıları da dahil oluyor gelişmelere. Okyanus neredeyse başrolde, hayal kırıklıklarını kucaklayan, öfkeye karşı kendini açmayarak yanıt veren bir “canlı” olarak kendini varediyor. Hugh’un annesinin ölümü üzerine kahretmesi, duygusal savrulmalarını yanıtlıyor doğa. Bu türden insancıl bir tema ister istemez Craig Thompson’u andırıyor, lafın özü hoş bir albüm.

Etiketler:

Pazartesi, Şubat 22, 2010

Panopticum


Thomas Ott’un (Tott) bir başka albümü Panopticum’dan söz edeceğim. Genel ortalamasına bakıldığında çok sayfalı bir albüm bu. Bir sirke eğlenmek için gelen küçük bir kız, elindeki sınırlı parayla Sinema Panopticum adlı hikâye odasına giriyor. Odada beş adet video oyunlarını andıran kasa var. Küçük kız, her bir kasaya para atarak gösterilen hikâyeleri izliyor. Hikâyelerdeki kahramanlar, sirkte bir biçimde karşılaşılan ziyaretçiler. Tott’un üslubuna uygun ölümlü-tekinsiz-snap ending anlatılar bunlar. İlahi adalet ve Tanrı metaforu olarak kullandığı göz çizimini sinema salonunun logosunda ve kasalar üzerinde de görüyoruz. Hikâyeler de naturalist bir neden sonuç ilişkisine dayanıyor. Konuşulması gereken aslına bakılırsa yine hikâyeler değil. Çünkü sadece görselliğe dayandığı için atmosfer tahkiyenin önüne geçiyor ister istemez. Basitleştirmek zorunda, naturalizme başvurması da bu yüzden . Öte yandan basitleşmek derken bir vülgerize ettiğini söylemiyorum. Sabırlı ve estetik olan sayısız sayfası var Tott’un. Karanlık hikâyeleri seviyor, umutsuz, çaresiz, birbirini yemeye hazır insanlar resmediyor bize.

Etiketler:

Pazar, Şubat 21, 2010

Dead End


Thomas Ott, 1966 doğumlu İsviçreli bir çizgi romancı. Almanya/Almanca üzerinden şöhret oldu sayılabilir ama çalışmalarında balon kullanmadığı için dil çok da önemli olmadı başarısında. Örneğin Dead End albümünde yer alan iki ayrı hikâyeden biri ilk kez Fransa’da diğeri Almanya’da yayınlanmış, albüm Belçika’da çıkmış. Tarz olarak bizdeki tanımlamayla Korku dergisi hikâyeleri anlatıyor. EC’den bu yana süregelen geleneğin bir parçası anlattıkları. Tekinsiz bir dünya, kötülükle dolu insanlar, bitimsiz ihtiraslar, ölme ve öldürme üzerine kurulu tahkiyeler vs… Ott’un asıl çarpıcı yanı sabırlı çizgilerinde. Batı Avrupa gravürünü, 19.yüzyıl kitap resimleme sanatını andırıyor kareleri. Özenli, dikkatli, çarpıcı, göz alıcı bir çinisi var. Benzersiz de geliyor insana tanıdık da, bu ilginç. Albümlerini okudukça yeni yorumlar da yazmaya niyetliyim.

Etiketler:

Cumartesi, Şubat 20, 2010

Türklerin Issız Adası


(...) Gürcan Yurt, Türk esprisine geniş yer ayıran Leman dergisinin en parlak günlerinde, ürettiği Robinson & Cuma ile önemli bir çıkış yakaladı. Öyle ki bu modanın ilk elden üreticisi sayılabilecek Ahmet Yılmaz’ı aşacak ölçüde popülerleştiğini söylemek yanlış olmaz. Tarzını, lümpen mizahını ve küfürbaz komiklerini sinemaya da taşıyor epeydir. Gürcan Yurt, erkekler arası argo içeren atışmaları seviyor, birdenbire kavgaya tutuşan sonra hiçbir şey olmamış gibi sarılıp öpüşen tiplemeleri var. Güvenilmezlikleri, korkaklıkla cahil cesareti arasında salınan halleri, yalancılıkları, hükmetme arzuları, saplantı ve bencilliklerini bir iktidar mücadelesi ekseninde resmediyor.

Yazının tamamı için link

Cuma, Şubat 19, 2010

Meraklandıran Bir Karakter İstiyordum

Daniel Day Lewis’i farklı iki film arasında tanımak bile çok zor. Ayrıca yüzü büyük bir psikolojik yoğunluğa sahip. Onu sadece görmek bile, bu adam fikirlere ve içsel bir dünyaya sahip demek için yeterli. Schwarzenegger için bunu söyleyemeyiz. Fiziksel görünüş itibariyle Ned kişiliğinden bazı şeyleri Keanu Reeves’da da bulabilirsiniz. Ben Clint Eastwood’dan John Wayne’e kadar değişebilen Batı’nın çetin karakterlerinden birini yaratmak istedim. Zorluklarla sıkça karşılaşan, aynı zamanda çabuk ve güçlü olan, tekrar etmek gerekirse, kendi psikolojisinin ve iç dünyasındaki çelişkilerin ne olduğu konusunda insanı meraklandıran bir karakter istiyordum.(…) [Manfredi, Büyülü Rüzgar’dan söz ediyor]

Etiketler:

Perşembe, Şubat 18, 2010

Kendi Kusurlarım Üstüne...

Hal Foster, kahramanını anlatıyor: “Evet, o cesur ve güçlü, benim sahip olmadığım her türlü erdeme sahip. Bütün yapmam gereken kendi kusurlarım üzerinde düşünmek ve bütün bunları Kahraman Prens’te düzeltmek… O benim için giderek daha gerçek bir karakter olmaya başladı; onu tahayyül etmeye başladım. Sıra dışı bir hikâye yazdığımda onun omzumun üstünde durduğunu neredeyse hissedebiliyorum. Baksanıza, orda durmuş kafasını sallıyor!”

Çarşamba, Şubat 17, 2010

Drama vs Realism

Etiketler:

Pazartesi, Şubat 15, 2010

Kritik Şekerim Pek Kritik…

Yakın zamanlarda gördüğüm en esprili albümlerden biri Key Moments from the History of Comics (Beguiling Books). 2004 tarihli çalışma François Ayroles imzasını taşıyor. Fransa dışına çıkması, Toronto Çizgi Roman Festivaliyle olmuş, İngilizce olarak 2009 yılında basılmış. Anlayacağınız taze bir kitap, iç sayfalarda tanıdık bir isme, Jean Pierre Mercier’e teşekkür edilmiş. Albüm, tam sayfa karikatürlerden oluşuyor; çizgi roman dehalarının hayatlarındaki kırılma noktalarıyla ilgili eğlenceli yorumlar yapılmış. Sonraki keşif ve başarılarına neden olan “an”lar resmedilmiş demek daha doğru. Güzel tekrarlar yapılmış, bazen öyle hınzırca şeyler söyleniyor ki o çizer hakkında bir parça dedikodu bilmek gerekiyor. Mad, Raw ve Heavy Metal’in aynı kartonlarla yorumlanması güzel tekrarlardan biri. Forest’in erotizme meyli ya da Giraud'un “nefes” aralıkları, Chris Ware’ın Sevgililer Gününde Charlie Brown’a gönderdiği mektup, dernek toplantısında erkek çizerlerin kenarda toplaşarak danseden kadınları seyretmesi hoş ayrıntılardan bir kaçı. Ayroles, bildiğim bir çizer değildi, ironisine bayıldığım için başka işlerini de arayacağım.

Etiketler:

Happy...

KevinWalker
link

Etiketler:

Pazar, Şubat 14, 2010

Aghhh...


YaManyak
link

Etiketler:

Bir Linç ve Tahammülsüzlük Hikayesi

Bir sayfa eskizi...Coşkun Kuzgun'dan...

Etiketler:

Çok Katmanlı Bir Manga

(…) Otomo’nun anlatım gücü, bugün bile birçok çizgi roman yazarına göre karmaşık sayılabilir. Akira, lazer silahlarıyla bezenmiş tipik bir bilimkurgu macerası gibi dursa da çok katmanlı bir öyküdür. Politik okumalara açık olduğu kadar insanlık, gerçeklik ve gelişim üzerine kurduğu felsefesi bir meditasyon olarak da tanımlanabilir. Akira, Batı ve Japon pop kültüründen öğeler barındıran, modern tarihe (Hiroşima’dan Birleşmiş Milletler Barış Gücüne) birçok gönderme bulunan zengin bir sentezdir. En açık biçimde atıfta bulunulanlar arasında James Bond, 2001 The Space Odyssey, İsa, Frankenstein ve Kurtadam mitleri sayılabilir. Otomo, “Büyük Tokyo İmparatorluğu” ile William Golding’in ünlü kitabı “Sineklerin Tanrısı”nda anlatıldığı gibi tek başlarına kalmış gençlerin hayatta kalma ve yeni bir düzen kurma çabalarını yansıtır. Yalnız Otomo, öyküsünü anlatırken Nazi ölüm kamplarını, Roma sirklerini ve hatta pop konserlerini de anımsatan kareler kullanır. Tüm bu batı etkisinin yanında Japonlara has egzotik öğeler de öyküde yer almaktadır. Geleneksel Japon giysileri giyen kahramanlardan Japon tapınak ve geleneklerine kadar bir çok öğe öyküye dâhil edilmiştir (... ) [“Manga’nın Globalleşme Sürecinde Katsuhiro Otomo’nun Akira’sı” başlıklı Aykut & Erkut Erdem yazısı, Serüven 2’den]
link

Etiketler:

Cuma, Şubat 12, 2010

Mutant

Mutant: Sözcüğün temel anlamı bir şeyin değişim göstermiş halidir. Biyolojide mutant, bir canlının DNA yapısındaki bir veya daha fazla genin rastlantısal bir değişim sonucunda, ebeveynlerinden farklılaşmasıdır. Marvel çizgi romanlarında mutant, genetik mutasyon sonucunda özel güçlerle doğmuş kişiye verilen addır. Her zaman olmasa da genelde, edinilmiş güçler ve bununla beraber gelen fiziksel değişim kendini ergenlik çağında gösterir. Marvel Evreni’nde, mutantların insan ırkıyla hep beraber yaşadığı, ama dünyadaki radyasyon oranının nükleer güç kullanılmasıyla artışıyla beraber, mutant oranının da çok büyük miktarda arttığı kabul edilir. Marvel çizgi romanlarındaki normal insanlar, güçlerini kötü niyetle kullanan mutantlar yüzünden mutantlardan nefret eder ve korkar. Böylesi kötü mutantlarla savaşmak ve mutantların kendi farklılıklarıyla baş etmelerini sağlamak için 1963 yılında Profesör X, X-Men denen örgütü kurmuştur.

Etiketler:

Perşembe, Şubat 11, 2010

Rafael Albuquerque

link

Etiketler:

Çarşamba, Şubat 10, 2010

Ashley Wood

Salı, Şubat 09, 2010

Clowes ve Tenten

(...) popülerlik ve saygınlık açısından Tenten’e en yakın olan muhtemelen Peanuts’dır. Bilemiyorum – Tenten’e Avrupa’da gösterilen sevginin yoğunluğu beni her zaman şaşırtmıştır. Kitaplarını çok severim ve Hergé’nin çalışmasına hayranım, ama gençlik dönemime kadar tek bir Tenten cildi bile görmemiş olduğum için değerlendirmemi etkileyen hiçbir içsel popüler kültür nostaljisi yok. [Daniel Clowes, TEnten'den söz ediyor]

Pazartesi, Şubat 08, 2010

Marx Göğe Yükselirken

(…) Yine de en azından finalde, sürekliliği olan, tansiyonu yüksek bir bölüm sahnelenmiş. İlk kitaptan tanıdığımız, suya daldırıldıkça ağırlığı artan paçavra gibi, yaşadıkça çaresizliği artan fabrika işçisi Karl, trajik bir cinayete tanık oluyor. Kıyametvari bir mali kriz esnasında, borçları yüzünden batmak üzere olan bir atölye sahibi, kasasındaki paralarla kaçmaya çalışan Banka sahibini bir sokak arasında öldürüyor. Karl, ölenle öldüreni umursamadan, katilden bankaya yatırdığı kadar parayı kendisine vermesini istiyor. Katil de bir sus payı gibi o paranın iki mislini kendisine uzatıyor. Böylelikle erdemli işçimiz, cinayeti görmezden gelerek ve parayı alıp kaçarak en önce dürüstlüğünü kaybediyor. Bu türden çelişkilerin resmedilmesi anlatıyı güçlü kılan nişler. Şaşmaz-sapmaz bir işçi klişesi olmaması gerçekçi. Diğer yandan Marx ve Engels’i göğe yükselen melekler gibi göstermek, endüstri öncesi üretimi ve ailevi dayanışmayı çözüm/kurtuluş yolu saymak gibi oldukça naif, saflığı sırıtan ve kolay zedelenebilecek bir son söz taşıyor kitap. Para kokan, müstehzi ve mağrur Daniel ile kendi kendine yeten, durgun bir yüzle dervişane konuşan Çiftçi/Peynirci Baba dışında herkesin mağlup olduğu bir hayat resmediliyor. Üstelik Marx, bize, kolektif değil açıkça bireyci bir mesaj vererek, kuşkuculuğu ve dirayeti elden bırakmamızı öneriyor. Kuşkuculuğa ve izaha diyeceğim yok ama uyarlama adına itirazlarım var (…)

Yazının tamamı için
link

Etiketler: ,

Pazar, Şubat 07, 2010

Lale Bahçelerinden Fransız Sokaklarına

(…)Kemal Siyahhan’ın Leman Yayınlarından çıkan Lale Bahçelerinden Fransız Sokaklarına- Bir Bilinçaltı Turu adlı albümü farklı çizgi romanlardan. Çizgi ve anlayış olarak farklı iki sanatçının Can Barslan ve Ender Özkahraman’ın arka kapakta yer alan yazıları da bu farklılığı işaret ediyor. Barslan, Siyahhan’ın 3,5 yıl delice uğraştığı çalışmaya duyduğu saygıyı vurgulayarak okuyucuyu çağırıyor “İster sinema salonunda film izler gibi, ister resim sergisinde tablolara bakar gibi değişik tadlar alarak okuyacaksınız bu kitabı”. Özkahraman ise kitabı yayına hazırlamış, Siyahhan’ın daha önce çıkan bir çalışmasını ve yine bu kitabı tanıtıcı yazılar da yazdı. Üç ismin zamanında çıkmış Deli dergisinde bir arada çalıştıkları, ortak bir geçmişleri olduğu da yazılıyor. Özkahraman, “kendine mesele olarak seçtiği konu yüzünden dahi tebrik etmek” gerektiğini söylüyor. Barslan çalışma için “sanat eseri” tanımını da yapmış. Takdir ifadelerinin tamamını ortak geçmişten kaynaklanan yaşanmış anıların hatırına sayarak anlamlandırmak haksızlık olur, nasıl akılda tutmamız gerekiyorsa.

Siyahhan’ın çalışmasının en önemli özelliği anlattığı hikâye ile ilgili. Başta Orhan Pamuk’un Beyaz Kale’si olmak üzere Doğu-Batı sorununu işleyen tarihi romanları epeyce hatırlatıyor anlattıkları. Ama yerli çizgi romanda bu konulara değinen olmadığı muhakkak... Oldukça yavaş bir kurgusu var, özellikli bir yavaşlık elbette. Hikâyenin seyrini –gerçeklik vehmini- bozan ara bölümleri var, alt başlıkta geçen “bir bilinçaltı turu” bu bölümlerde anlam kazanıyor. Hikâyenin son bölümlerinde Doğu’yu, Batı’yı, yazarı ve bugünü temsil eden tiplemeler öne çıkıyor; başlangıçtaki tarihi gezi tekrar anlatılmamak üzere bitiyor. Siyahhan’ın çizgisini bilmeyenler üslup olarak hikâyeyi tamamlayacak bir tercihte bulunduğunu düşünebilirler. Batı resminin perspektif derinliği ve anatomik ayrıntıcılığından çok kimi zaman minyatürlerdeki perspektifsizliği andıran naif bir çizgisi var Siyahhan’ın. Dikey perspektiflerinde canlı ve parlak ışıklar da kullanarak renk zenginliği de yaratmış. Ancak Siyahhan’ın desenle ilgili sorunları var, hikâyeyi anlatamadığı-kurgu açısından devamlılık gösteremediği karelerle sıkça karşılaşıyoruz. Lale Bahçelerinden Fransız Sokaklarına albümünün iddiası çizgiden çok hikâyeden çıkıyor demekten yanayım, gerçi orada da sorunları yok değil. Her şeyden önce çok sayıda dilbilgisi hatası mevcut, anlam bozukluklarının yanı sıra de/da ayrımının yapılmadığı cümlelerle karşılaşılıyor. Bu tür özensizliklerle yüzleşince “sanat eseri” iddiaları içeren farklılık söylemi de havada kalabiliyor. Çünkü Türkiye’de çizgi roman yakın tarihlerde makûs talihini belli ölçülerde aşabilmişse de okur-yazar olmayan yayıncıların elinde bozuk bir Türkçeyle tüketilmiştir. Yazıya başlarken zikrettiğimiz “çizgi romanın edebi bir değeri var mıdır?” sorusunun bırakın cevabını soru(n) sayılması abes sayılmıştır bu sebeple. Albüm, bu çerçevede çok da farklı değil, kuşe kâğıt, kalın kapak, renkli baskı dili aksaklıklarından kurtaramıyor.

Yine de Siyahhan’ın örnek olması gereken saygıdeğer bir çabası var. Türkiye’de çizerler para almadan çizmeye pek yanaşmazlar. Herhangi bir dergide/gazetede daha önce yayınlanmamış (telifi alınmamış) bir çizgi romanın albüm olarak yayınlanması o kadar nadirdir ki istisnalar bir çırpıda sayılabilir. Bir başka deyişle şairlerin, romancıların ve hikâyecilerin yıllardır yaptıklarını çizerler-çizgi romancılar neredeyse hiç yapmamışlardır. Siyahhan yazıldığı gibiyse eğer en az üç buçuk yıl uğraşarak madden karşılığını alamayacağı bir albüm yapmış. Dilerim başkalarına örnek olur…[Yeni Serüven 2’de yer alan aynı başlıklı Levent Cantek yazısından alıntı]

Etiketler:

Cumartesi, Şubat 06, 2010

Zweig Kitabı

Yukarıdaki kare, Doğan Kardeş dergisinde Tetikçi adıyla yayınlanan Le Tueur’un Long Feu albümünden. Orijinal adı Der Kampf mit dem Dämon. Hölderlin – Kleist – Nietzsche olan genellikle Nietzshe adıyla sunulan Zweig kitabının Fransızca baskısı görülüyor. Bizde Gürsel Aytaç çevirisiyle ve Kendileriyle Savaşanlar adıyla İş Bankası Yayınlarından çıktı. Çizgi romanın kahramanı olan kiralık katilin sıkıntı dolu hezeyanlarını izlerken ve tam da intiharın eşiğine geldiği anda görüyoruz kitabı. Başarılı bir gönderme, biliyorsunuz Zweig da intihar eder. Düzelteyim, Zweig’in kitabında anlatılan isimlerden Hölderlin intiharın eşiğinde sayılarak gözetim altında geçirir, hayatının son günlerini. Kleist intihar eder, Nietzsche ise zihinsel yeteneklerini yitirerek ölecektir. Metinlerindeki tutarsızlıkların Sifilis hastalığından kaynaklandığı iddia edilir.

Etiketler:

Cuma, Şubat 05, 2010

Pekar

Pekar bir çizer değildir. Bir hastanede memur olan Pekar 1970’li yıllarda otobiyografik çizgi roman senaryoları yazmaya başlar. Pekar’ın yazdıklarını ileride Amerika’nın en ünlü çizerlerinden biri olacak olan Robert Crumb çizgi roman haline getirir. Pekar, Crumb dışında Frank Stack ve Joe Sacco gibi diğer tanınmış çizerlerle de çalışır. Sanatçının öykülerini içeren “American Splendor” [Amerikan Debdebesi] isimli dergi, 1976 yılından bu yana yıllık olarak yayımlanmaktadır. Önceleri Harvey’nin kendi olanaklarıyla yayımladığı dergi, zaman içinde büyük ilgi görür ve 1990’li yıllardan itibaren ünlü Amerikan çizgi roman yayınevi Dark Horse tarafından yayımlanmaya başlar. Pekar, Shari Springer Berman ve Robert Pulcini’nin American Splendor’dan yola çıkarak 2003 yılında çektikleri ve eleştirmenler tarafından oldukça beğenilen aynı adlı sinema filmi sayesinde daha geniş kitleler tarafından tanınır. American Splendor dizisi yanında Pekar’ın, kendisi gibi çizgi roman senaristi olan karısı Joyce Brabner ile birlikte kaleme aldığı ve Frank Stack tarafından çizilen “Our Cancer Year”, [Kanser Yılımız”] Pekar’ın lenf kanseriyle olan savaşını konu alır. Bu çalışma otobiyografik çizgi romanın klasik örnekleri arasında sayılır [Levent Gönenç’in “Kendini Çizen Çizerler ve Otobiyografik Çizgi Romanlar” başlıklı yazısından, Serüven 3]

Perşembe, Şubat 04, 2010

Direct Market Distribution


Direct Market Distribution: Pazara Doğrudan Dağıtım. Toptancıların, iade edilebilir şekilde çizgi roman almak yerine, dergileri doğrudan yayıncıdan satın alıp, doğrudan perakendeciye satışı. Doğrudan çizgi roman alışı hem dağıtımcıya hem perakendeciye fiyat avantajı sağlar. Dahası yayıncıları satılmayan dergilerin iadesini aylarca bekleme zahmetinden kurtardığı gibi, satış durumunu yayıncıların anında öğrenmelerini sağlar. Doğrudan dağıtım 1970’lerin ortalarında başladı, 1980’lerin ortasında hız kazandı, hâlâ da Amerika’da çizgi romanların en yaygın dağıtım yöntemi.

Etiketler:

Çarşamba, Şubat 03, 2010

Çizgi Roman Türler Arasında Gezinmeli

(...) Evet, çizgi romandaki Kahire, İstanbul’a benziyor. Kahire’ye hiç gitmedim ama hiç bir şehir görüntüsünü kafadan çizmedim. Hemen tüm şehir kareleri için referans fotoğrafları kullandım. Kahire görüntülerinin klişe görüntüler olması çok doğal çünkü Kahire her yeri -neredeyse- aynı olan bir şehir. Bu klişe yaklaşım daha çok İstanbul’da gecen yabancı filmlerde rahatsız edici oluyor çünkü yabancı sinemacılar İstanbul’u otantik göstermek istiyorlar. Avrupai taraflarını kullanmıyorlar. Kahire’de ise Avrupai bir görüntü oluşturmaya çalışmak ya da o klişenin dışına çıkmak şehri yanlış betimlemek olurdu.
[
M.K.Perker, Cairo çizgi romanını anlatıyor, seruven.org röportajı...]
link

Etiketler:

Salı, Şubat 02, 2010

Küçük Prens

Buscamares'in The Earth çalışmasını okurken rastaldım. Küçük Prens bir eğretileme olarak hikayede hayli yer tutuyor. Kitaba ve Küçük Prens imgesine göndermeler yapılıyor. Yakın gelecekte, herşeyin kaybolduğu bir dünyada geçmişi ve arkaik bir estet'i hatırlatan bir şey kitap...

Etiketler:

Pazartesi, Şubat 01, 2010

the resurrection


Video için link