Cumartesi, Şubat 25, 2006

Biz Yedik, Allah Artırsın… Sofrayı Kuran Kaldırsın…

Ali Işıngör’ün Çizgi Romanda Türk İmajı-Serüven Doğudan Yükselir yazısında Hadi Uluengin’in yazı dizisi olarak yayınlanan “Avrupa Çizgi Romanında Türk İmajı” (Cumhuriyet, 12-15 Şubat 1989) çalışmasından intihal (başkasının olanı kendisininmiş gibi gösterme) yaptığı söylenmişti. İlk söyleyen Tanyel Ali Mutlu’dur, ben de dün yazdığım yazıda karşılaştıracağımı yazmıştım. İntihal, gayri-ahlaki olduğu kadar ağır bir suç, örneğin bir akademisyen yaparsa meslekten atılabiliyor. Daha bu yıl bu türden sonucu olan bir akademik intihal vakası biliyorum. Titizlenmek gerekiyordu.

Işıngör’ün yazısı beş ara başlık/bölüm içeriyor. İlk ara başlık/bölüm daha çok konuya edebiyattaki örneklerden yaklaşıyor. Dördüncü ara başlık/ bölüm Yasuhiko’nun meşhur mangası, beşinci ve son başlık/ bölüm Yeniçeri çizgi romanı ile ilgili. Bu nedenle bu üç başlık/bölüme sadece göz gezdirdim. Gerçi dördüncü başlık/ bölümde Hadi Uluengin’in de bahsettiği iki ayrı çizgi romandan söz edilmiyor değil ama doğrusu karşılaştırma yapmadım. İkinci başlık/bölüm olan Kızılmaske Türklere Karşı gerek malumat gerekse anlam olarak bir parça karışık, onu da özellikle atladım. Özetle ikinci ara başlık/bölüm olan Enver Paşa’yı Öldüren Ermeni Taburları adlı bölüme odaklandım. Tanyel’in intihal dediği, Işıngör’ün çalışmasından faydalanmasına karşın Hadi Uluengin’den hiç bahsetmediği bölüm de burası.

Yazı görsel olarak incelendiğinde ilginç bir şey göze çarpıyor: İncelediğim bölümde anlatılan çizgi romanlardan görsel olarak faydalanılmamış, tek bir kare kullanılmamış. Acaba bu çizgi romanlar Ali Işıngör’ün elinde yok mu? Çünkü oldukça çarpıcı kareler-sayfalar içeriyorlar. Eğer elinde yoksa… İnsan görmediği ve okumadığı bir çizgi romanı nasıl anlatabilir-nasıl yorumlayabilir? Hele bir de Fransızca dışında farklı dillere çevrilmemiş kimi örneklerden bahsediyorsa…Ali Işıngör Fransızca biliyor mu acaba?

Dün sayfamıza yazdığı yorumda söz konusu çalışması için Uluengin’den izin aldığını söylemişti. Şöyle demişti:

Bu yazı 1995 yılında ilk yayınlandığında, Hadi Uluengin Bey'i Cumhuriyet gazetesinden rica minnetle aldığım (çünkü artık araları iyi değildi) bir telefon numarasından aramış, hatta kendisini Brüksel'de yakalamıştım.

İlgimi çeken şey şu: Uluengin yanılmıyorsam 1991’de Hürriyet’e geçmişti. Yani 1995 yılında 4 yıldır Hürriyet’te çalışıyordu. Niye Cumhuriyet’ten telefon istenir ki... Focus dergisi, Hürriyet Medya Towers’ta değil mi?..Gerçekten ilginç…

Ali Işıngör, bugün e-posta adresimi bilmediği için siteye bir yorum yazmış ve yayınlamamamızı istemiş. Orada telefon numarasını yazarak kendisini aramamı rica etmiş ve Uluengin’in yazısıyla ilgili açıklamalar yapmış. Aslında neden yayınlamamamızı istemiş bilemiyorum, bence oldukça açıklayıcı olabilirdi. Ben yine de ona yardımcı olmak adına bir kaç not düşmek istiyorum.

Anladığım kadarıyla Ali Işıngör'ün “Çizgi Romanda Türk İmajı-Serüven Doğudan Yükselir” yazısı (başlığı farklı olabilir) Focus dergisinde ilki 1995’te ikincisi 2005’te olmak üzere iki kez yayınlanmış. İlkinde kaynakçası varmış, ikincisinde kaynakçalar internette kullanılabilmiş sadece… “10-15 satırı geçen bir kaynakça metni yayınlanacağı zaman "yukarsı" bundan hoşlanmayacağından böyle bir yola başvurmak zorunda kalırdım” demiş Işıngör.

Ali Bey bu çok ilginç…siz bu derginin yazı işleri müdürüsünüz.. Bu hangi “yukarsı” bilemiyorum. Ama sizin öncelikle kendinizi korumanız gerekmiyor mu? Böyle her yazıda kaynakça kesilirse ve biri de tutar dava açarsa yazı işleri müdürü olarak mahkemeye siz çıkarsınız, siz sorumlusunuz… Kaldı ki siz ahlaken de bu işlere hassasiyet gösteren birisiniz. Yani eminim ki Çanakkale Barosuna bağlı olarak çalışan 53 yaşındaki hukukçu arkadaşımız da benimle hem fikir olacaktır. Ceza üstüne ceza alabilirmişsiniz… Allahtan ayrılmışsınız dergiden…

2005 yılında yayınlanan yazınızın sonunda Ergün Gündüz ve Murat Mıhçıoğlu’na teşekkür etmişsiniz. Keşke araya Hadi Uluengin’i de katsaydınız. Çünkü yazınızın en az yüzde yirmisinde ondan faydalanmışsınız veya metin içerisinde Uluengin’den ve çalışmasından bahsedebilirdiniz. Veya Ergün Gündüz’den metinde bahsediyorsunuz, sonda gerek olmayabilirdi. Resimlerin yanına Ergün Gündüz Koleksiyonu yazabilirdiniz falan… Yazınızın tamamına titizlenmedim ama tekrarlar da yaptığınız olmuş, örneğin Kızıl Sakal çizgi romanından bahsederken üst üste “1950’li yıllarda çizilen” demişsiniz. Bu tür tekrarları çıkarıp Uluengin’den bahsetmek gerekirdi.

Sizin adınıza seviniyorum üniversitede değilsiniz, gerçekten fena olurdu. Çünkü hiç kimse yazarından izin aldım, kaynakçayı kestiler, internette vardı, burada olamadı dinlemez. Aslında mahkemede de dinlemez. Kullanılan kaynaklar her nerede nasıl kullanılırsa kullanılsın belirtilmelidir. Ama yine Allahtan Uluengin’le miladı 1995 yılına dayanan tanışıklığınız var, dava filan açmaz, en azından ben öyle kabul ediyorum. Olmaz ya, olursa yardıma hazırım. Hatta şimdiden bir ipucu yazayım. Hani derse ki ahlak-etik-çalıntı-intihal… demez ama derse siz ona “Hadi Bey, 1989 yılında Alain Servantie’nin bir yazısı yayınlandı, okudunuz mu?” deyin, şaşıracaktır. Blöf mü zar mı..orası bana kalsın…

Ali Bey, yaşça benden gençsiniz, kimseye üzerinde düşünmeden ahlaksız demeyin, hırsız demeyin… Hele bizler gibi haysiyetinden başka kaybedecek şeyi olmayan yoksul romantiklere hırsız demeyin, hele ahlaksız hiç demeyin… Günlerdir başka bir şey konuşmadık, yazmadık, farkındasınız değil mi? …Elbette kapatalım bu bahsi ama biz sizin ithamlarınızı hak etmiyoruz gerçekten düşünün bunu

Yolunuz açık olsun…

Levent Cantek
lcantek@superonline.com


Aşağıda Hadi Uluengin ve Ali Işıngör yazılarından alıntılar yaptım, dileyen karşılaştırabilir.

İmparatorluğun yıkılış döneminde, Le Temps’da, Times da, Wiener Zeitung’da sık sık çizilen fesli, kaftanlı, tespihli, ebleh ve şişman “Avrupa’nın hasta adamı” karikatürleri, artık halkla ilişkilerin önemini kavramış olan Dersaadet’i daima hoşnutsuz etti. 2. Meşrutiyet ertesinde, Osmanlı sefaretlerinin birinci kâtipleri, Batı başkentlerindeki gazete bürolarını gezerek karikatürlerdeki Türk suretinde kaftan yerine redingot ve jaketin kullanılmasını istediler

Hadi Uluengin, “Avrupa Çizgi Romanında Türk İmajı” 12 Şubat 1989, Cumhuriyet

İmparatorluğun yıkılış dönemlerinde, Osmanlı sefaretlerinin birinci kâtipleri “Le Temps”, “Times”, “Wiener Zeitung” gibi gazetelerin bürolarını dolaşarak, karikatürlerde sık sık çizilen fesli, kaftanlı, tespihli, ebleh ve şişman, “Avrupa’nın hasta adamı” alt yazılı Türk tiplerinde kaftan yerine redingot ve “jaket” kullanılmasını istemişlerdi.

Ali Işıngör, “Çizgi romanda Türk İmajı-Serüven Doğudan Yükselir”, Focus Dergisi, Mayıs, 2005, sayfa 62.

[aslında yazının eleştirisine girmek istemem ama söylemeden de edemeyeceğim. Bu paragrafın bir altında şöyle bir cümle var: 1928’de kadınlarına seçme ve seçilme hakkı veren Türklerin (…)” demişsiniz. Bu tarih 1928 değil 1934’tür.]

Guy Vidal ve Florenci Clavé’nin Köpekler Adası, mekân olarak Doğu Karadeniz’deki hayali Ohanyan Adası’nda geçmektedir. Buradaki referans noktası, şehremini kararıyla İstanbul’da toplanan sokak köpeklerinin gönderildiği Hayırsız Ada’dır. Senaryoda işlenen tema, 1896 İstanbul Ermeni gösteri ve karşı tedbirlerine; yine aynı yıl Taşnak militanlarının gerçekleştirdiği Osmanlı Bankası baskınına; Sasun ve Zeytun isyanlarına atıfta bulunmaktadır. Ohanyan Adası Valisi de, çok büyük ihtimalle, Ermeni Kasabı olarak bilinen ve 1915’te Trabzon Valisi olan Cemal Azmi Bey’dir.

Hadi Uluengin, “Avrupa Çizgi Romanında Türk İmajı” 13 Şubat 1989, Cumhuriyet.

Vidal ve Clave’nin yarattıkları Köpekler Adası adlı çizgi romanın öyküsüyse, tamamen Ermeni tezlerine dayanıyor. Doğu Karadeniz kıyısındaki Ohanyan Adası’nda gelişen olaylar ve bu hayali adanın valisinin gerçekleştirdiği katliamlar, tüm kurgulanmışlıklarına karşın, usta göndermelerle bazı gerçek isim ve adresleri anımsatıyor. Olayların geçtiği Köpekler Adası, şehremini kararıyla İstanbul’da toplanan sokak köpeklerinin gönderildiği Hayırsız Ada’dır. Senaryoda işlenen tema, Sason ve Zeytun isyanlarına atıfta bulunur. Ohanyan Adası Valisi de, çok büyük ihtimalle, Ermeni Kasabı olarak nitelendirilen ve 1915’de Trabzon Valisi olan Celal Azmi Bey’dir.

Ali Işıngör, “Çizgi romanda Türk İmajı-Serüven Doğudan Yükselir”, Focus Dergisi, Mayıs, 2005, sayfa 63.

Çizilen portreler, vahşilik, barbarlık ve kalleşlik çağrıştırırlar. Bu, gaddar Binbaşı Ferid’den, Ermenilerin öldürülmesi için penceresinden bağıran Türk kadınına; yağmalayacağı Ermeni mahallelerinin hayalini kuran nöbetçi askerlerden, akıllı ve hin valiye kadar geçerlidir.

Hadi Uluengin, “Avrupa Çizgi Romanında Türk İmajı” 13 Şubat 1989, Cumhuriyet.

Köpekler Adası’nda çizilen Türk portreleri, vahşet, barbarlık ve kalleşlik çağrıştırır. Bu tutum, gaddar Binbaşı Ferid’ten Ermenilerin öldürülmesi için pencereden bağıran Türk kadınına, yağmalayacağı Ermeni mahallelerin hayalini kuran nöbetçi askere kadar her kesim için geçerlidir.

Ali Işıngör, “Çizgi romanda Türk İmajı-Serüven Doğudan Yükselir”, Focus Dergisi, Mayıs, 2005, sayfa 63.

[tali bir kahramanı] “1915 kıyımı”nda öksüz kalmış bir Ermeni kızı oluşturacak, aynı küçük kızı, Yezidi Şeyhleri, Türk askerlerinden korunabilmesi için Corto Matese’e emanet edeceklerdir. Yani her halükarda, bütün ahlakçı olmayan yaklaşımına rağmen, Pratt son tahlilde eğilimini belirtecektir.

Hadi Uluengin, “Avrupa Çizgi Romanında Türk İmajı” 13 Şubat 1989, Cumhuriyet.

“1915 Katliamından kurutulmuş” küçük bir Ermeni kızını koruması altına alarak, tavrını Ermenilerden yana koyacaktır.

Ali Işıngör, “Çizgi romanda Türk İmajı-Serüven Doğudan Yükselir”, Focus Dergisi, Mayıs, 2005, sayfa 63.

[Yine bir hatırlatma yapacağım: Gerçi Tanyel yazdı ama… “1920 İstanbul’unda Turan Öldü parolasıyla” demişsiniz. Hikâyenin İstanbul’da geçen tek bir karesinin olmadığını okuyanlar bilir]

Kızıl Sakal-Haliç’e Baskın’da Türk Korsanların padişah haremine hediye etmek için kaçırdıkları Avusturyalı prensesi kurtarır ve Osmanlı hükümdarını rehin alır

Hadi Uluengin, “Avrupa Çizgi Romanında Türk İmajı” 14 Şubat 1989, Cumhuriyet.

Resim altı yazısı: Hıristiyan korsanlar, ölümden korkmayan Türk denizcisini domuz yağı dolu fıçıya sokarak korkutmayı başarıyorlar [ilk kareden: Pitié Efendi! Je Parlerai….”]

Hadi Uluengin, “Avrupa Çizgi Romanında Türk İmajı” 12 Şubat 1989, Cumhuriyet.

Bu arada Kızıl Sakal’dan bahsetmeden olmaz. 1950’li yıllarda çizilen bu Alman çizgi romanında Topkapı Sarayı’na elini kolunu sallayarak giren Kızıl Sakal’ın korsanları, Sanki Kapalı Çarşı’da turistik bir gezide gibidirler. Sonuçta, padişahın burnuna namluyu dayayan Kızıl Sakal, Cezayirli levendlerin padişahın haremine hediye etmek için kaçırdıkları Avusturya prensesini kurtarır. 1950’li yıllarda çizilen bu çizgi romanın okuyucusu için en can alıcı yeri “ölümden korkmayan” Türk levendini konuşturmak için uygulanan yöntemdir. Onu domuz yağına sokmak ve abdestini bozmakla tehdit ederler. Levendin “Efendi, domuz yağına girersem, cennete giremem” diye haykırmasına rağmen kimse onu dinlemez ve levend “çözülür” “ötmeye” başlar!

Ali Işıngör, “Çizgi romanda Türk İmajı-Serüven Doğudan Yükselir”, Focus Dergisi, Mayıs, 2005, sayfa 63.

[Bir düzeltme yapacağım: Bu çizgi roman bir Alman çizgi romanı değildir. Söz konusu çizgi roman, senaryosunu Charlier’in yazdığı Barbe-Rouge’dur. Ellili yıllarda değil altmışlı yıllarda çizilen bir Fransız çizgi romanıdır ]

8 Comments:

Anonymous Adsız yazdý...

Levent Bey;

Focus Dergisi'nin internet sitesinden baksaydınız kaynakça bölümünde Hadi Bey'in yazısına nasıl kaynak verilmiş olduğunu görecektiniz. :).

O yüzden güldüm geçtim bu yazdıklarınıza...

Ki üstelik 1995 yılında dergide yayınlanan versiyonunda yazının, dergide yer vermişim yine Hadi Bey'in ismine :)...

Allahtan gazeteci değilsiniz, çünkü örke ile harekete geçip varmak istediğiniz hükme ulaşmışsınız. Bu tavrınızla sadece bir bilim kurumundan değil, gazeteden de kovulurdunuz...

Hadi Uluengin'in telefonunu neden Cumhuriyet'ten aldığıma gelince... Hadi Bey'in yazısından bir kopya almak için Cumhuriyet'in arşivine girmiş ve doğal olarak o telefonu önce oradan elde etmenin yollarını aramıştım. Komplo teorilerine gerek yok, Cumhuriyetçiler vermeseydi elbet gider Hürriyet'ten alırdım :)...

İntihal ciddi bir suçtur. Ancak sayenizde akademisyenliğin Türkiye'de hiçbir ciddiyetinin kalmadığını da öğrendim.

26/2/06 01:19  
Anonymous Adsız yazdý...

Levent Bey;

Aklıma gelmişken şunu da ekleyeyim. Focus, dünyanın 16 ülkesinde yayınlanan, İngiltere, İtalya, Fransa gibi ülkelerde tirajı yer yer bir milyon nüshayı bulan ciddi bir yayındır.

Dünyanın tüm Focus'larında yazılar bu formatta yayınlanır. Kaynakça yazının sonunda ya da yer sıkıntısı varsa, "ek görsel malzemelerle birlikte" internet sitesinde yayınlanır. Ve bugüne dek kimsenin aklına bundan dolayı Focus'u "intihalcilikle" suçlamak aklına gelmemiştir...

Aynı yöntemi, Türkiye'de de satışa sunulan National Geographic dergilerinde de görebilirsiniz.

Yazı içersinde, hangi paragrafın hangi yazardan alındığını gösteren yöntemse sadece akademik yayınlarda kullanılır.

Bunu, insanlar bu yazınızı okuyup, sizin gibi "bilgi sahibi olmadan fikir sahibi" olmasın diye yazıyorum...


Saygılarımla
Ali Işıngör

26/2/06 08:56  
Anonymous Adsız yazdý...

Bu tartışmada beni hayrete düşüren şey insanın hiç okumadığı bir çizgiroman hakkında yapılan yorumu aynen kullanması.Focus bilime nasıl yaklaşıyor? Çok ayıp bir şey

Sevda Ak

26/2/06 11:12  
Anonymous Adsız yazdý...

Ali Bey,amacı sadece çizgiroman kültürünü yaygınlaştırmak,ciddiye
alınmasını sağlamak olan ve bunun dışında maddi vb hiçbir ikincil
beklentisi olmayan bir avuç insana
karşı agresif bir tutum izlediğinizi gözlüyorum.Mahkeme vs gibi tehditler yakışmıyordu size.Bu kararınızdan vazgeçmenizi
de olumlu karşıladığımı belirtmek isterim.
Serüven grubuna karşı malesef başka net ortamlarında da saldırılar oldu, hala da oluyor.Biz bunların hepsini(çok kırılmamıza rağmen) sineye çektik ve çekiyoruz.
Artık bu polemiğin son bulmasını diliyorum
Dr.Batuhan Cantürk

26/2/06 12:31  
Anonymous Adsız yazdý...

Ali Bey'in blog sayfasında, ismini vermeyen biri şöyle yazmış:

"söz konusu güruhun ilk vukuatı değil bu. son da olmayacaktır. küfürlere hiç şaşırmadım, o küfürleri "etmeyecek" adamlar zaten kaçarak ayrıldılar güruhtan. muhatabınız, tüm "alt kimlikleri" ve fedaileriyle size saldırıp, olayı tersyüz etmeye girişirse hiç şaşırmayın. allah kolaylıklar versin..."

Ali Bey'in sayfasına da konuyla ilgili bir yorum yazdım ama "karşı cenah"tan olduğum için yayımlayacağını zannetmiyorum.

Öncelikle Ali Bey'in yaptığı suçlama, tek bir kişiye değil, Serüven Dergisi/Sitesi'nin bütününe getirilmiş bir suçlamadır. Bu nedenle, Serüven'in yayın kurulu üyeleri ve yazarları, "fedai" oldukları için değil, tartışma kendilerini de ilgilendirdiği için bireysel yorumlar yapmışlardır. ve yukarıda aktardığım yorumu yazan kişinin aksine hepsi isimlerini vermişlerdir. "güruh" (tdk sözlüğüne göre, "Değersiz, aşağı görülen, küçümsenen topluluk, derinti, sürü") olarak adlandırılmayı haketmediğimizi düşünüyorum.

Can Yalçınkaya

26/2/06 16:25  
Anonymous Adsız yazdý...

Peşinen söyleyeyim: Bu tür itham ve kötü sözlerin olabileceğini hesaplamıştık. Tartışmanın başlangıcından itibaren bir yazılımcı arkadaş sağolsun herşeyi kaydediyor.

Benim anlayamadığım şey şu: Ali bey hem bizi tanımadığını söylüyor hem de nasıl oluyor da hakkımızdaki bu mesnetsiz iddiayı yayınlıyor? Bu isimsiz yorumcunun iddiasının doğruluğundan emin mi acaba? Şöyle diyor mesela: "o küfürleri "etmeyecek" adamlar zaten kaçarak ayrıldılar güruhtan".. kimmiş bu kaçarak ayrılanlar...2002 yılından bu yana ürettiğimiz her türlü basılı materyal ortada.. Bizle yola çıkıp ya da başlangıçta bizle olup sonra kaçarak ayrılanlar kim ki? Tek bir tane isim söylensin

Ve Fedai yakıştırmaları, bunlar ayıp değil mi? Paylaşamadığımız ne ki neyin fedaisi oluyor bu insanlar...Tüm bu tartışmalar Serüven'e ahlaksız ve hırsız dendiği için çıkmadı mı? Bu insanların bir gururu yok mu? Nasıl oluyor da bu hezeyanı yayınlama tercihinde bulunuyorsunuz?

27/2/06 00:38  
Anonymous Adsız yazdý...

Ali Bey,
Yazdıklarıma gülüp geçtiğinizi sanmıyorum, o sebepledir ki kişiliğime ve mesleğime yönelik nahoş ifadeler kullanıyorsunuz, “sadece bir bilim kurumundan değil, gazeteden de kovulurdunuz”, “sayenizde akademisyenliğin Türkiye'de hiçbir ciddiyetinin kalmadığını da öğrendim” veya “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi" olduğumu söylüyorsunuz.

Bu ifadelerin hiç birisinin tartışmanın içeriğine katkısı yok. Bir yerden kovulacak olma ihtimali beni ilgilendirir, sizi değil. “Akademisyenliğin Türkiye'de hiçbir ciddiyetinin kalmadığını da öğrendim” türü ifadeler de klişedir. Akademisyenliği silip yerine gazeteciliği, solculuğu, pastırmacılığı falan yazabilirsiniz. “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi" sözü de öyle… ve bu söz bağlamında siz nasıl bir özgüvene sahipsiniz şaşırıyorum.

Yazınızın sadece iki sayfalık bir bölümünü inceliyorum, üstelik yazıyı bir başka yazıdan aktarıyorsunuz ama yine de maddi hatalar yapıyorsunuz. Bu çizgi romanların sayfalarını çevirmemişsiniz, hiç birini görmemişsiniz onlar hakkında iddialı ifadeler kullanıyorsunuz ama yine de benim bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduğumu söyleyebiliyorsunuz. Tek bir örnek veriyorum: Ellili yıllarda diyorsunuz, Alman çizgi romanıdır diyorsunuz. Çizgisine bakıp bu olsa olsa ellili yıllarda üretilmiş bir Alman çizgi romanı mıdır dediniz?. Kullandığınız kaynağı dahi doğru tetkik etmemişsiniz. Hadi Uluengin incelemesinin başında hangi yayınlara bakacağını, neleri dışarıda tutacağını ve hatta bu eserlerin üreticilerin hangi ülkelerin vatandaşı olduğunu açıklar. Değil Alman menşeli çizgi roman tek bir çizgi romancıdan bahsedilmez o yazıda.

Ayrıca hiç merak etmeyin, yazmadan önce söz konusu yazının internet ortamında kullanılan her biçimini kaydettim, baktım, elimde mevcutlar.

“Focus dergisinde yayınlanan yazıların kaynakçaları dergide değil internette verilir” türü bir ifadeye ben derginin künyesinde rastlamadım. Bu kadar önemli bir tercih nasıl olur da künyeye konmaz? Bize gönderdiğiniz ilk mailinizde Focus’un telif hassasiyetlerini yazan siz, nasıl oluyor da bunun bir ihmal olduğunu göremiyor musunuz?

Akademisyenlere, gazetecilere ya da Focus dergisine ayrı düzenlemeler yapılmaz. Hani derler ya herkesin yorulduğu yere han kurulmaz diye… Herkesi bağlayan kanunlardır. Günlerdir bize FSEK maddeleri yazıyorsunuz, anlattığınıza göre Avukatlarla görüşüyor, Hukuk bürolarından emsal kararlar alıyorsunuz. Neden bu durumu da sormuyorsunuz? Kullanılan kaynaklar her nerede ve nasıl olursa olsun her defasında tekrarlanmalıdır.

Diyorsunuz ki kaynakçada verdim. Yani kaynakçada belirtirsem, o yazıyı istediğim gibi kullanabilirim mi sanıyorsunuz? İntihal davalarının çoğunda benzer bir savunma yapılır. Şöyle söyleyeyim: Dergide kaynakça koyamamışsınız ya, Hadi Uluengin’den bahsetmemişsiniz ya, farzedelim bahsettiniz veya kaynakçada yazdınız… Kaynak kullanmanın ölçüsü vardır, özgünlük daima kaynaklara baskın gelmelidir. Siz, intihal denilen “Enver Paşa’yı Öldüren Ermeni Taburları” adlı bölümde özgün olarak ne yazdınız? Alıntıları karşılaştıran herkesin bir fikri olacaktır.

Eğer Hadi Uluengin size dava açacak olursa hiç ama hiç şansınız olmaz… Siz onun yazısını kullanarak para kazanmışsınız, işin mahiyeti de değişik yani… Diyorsunuz ya “bugüne dek kimsenin aklına bundan dolayı Focus'u "intihalcilikle" suçlamak aklına gelmemiştir...”. Karıştırıyorsunuz, intihalle öncelikle yazı sahipleri ve yazı işleri müdürleri (her zaman olmaz, ki burada yazı işleri müdürü sizsiniz) suçlanır, dergiler değil… Focus başını ağrıtabilecek bir tercihte bulunuyor; kaynakçayı hangi gerekçelerle dergiye koymuyorlar ancak yorum yapabilirim. İlk aklıma gelen çeviri yazılarda bunu yapıyor olabilirler. Üstelik her olay kendi içerisinde değerlendirilir, Focus’ta çıkan her telif yazının alıntı-özgünlük dengesi hakkında düşünmüş değilim ki dergiyi bile ilk kez dün elime aldım, hiçbir yazıyı okumadım… Ama kaynakçayı dergiye değil de internete koymak, üstelik bunu künyeye yazmamak mantıklı değil…

Ayrıca her defasında yeni bir şey söylüyorsunuz, daha önce “yukarsı” dediğiniz yönetimin 10- 15 satırı geçen kaynakçadan hoşlanmadığını, o yüzden koyamadığınızı yazdınız şimdi de Focus’ta kaynakçalar dergiye değil internete konur, format budur diyorsunuz…

Benim öfkeyle hüküm verdiğimi yazmışsınız, eğer yazdıklarımı okursanız benim öfkeyle yazmadığımı görürsünüz, öfkelenmem demiyorum, öfkeyle yazmam diyorum… Dün yazmadıklarımı bugün yazıyor değilim ayrıca, sadece sizin yazdıklarınıza cevap veriyorum. Tanyel hukukçudur, ben de mahkemelerde intihal ile ilgili bilirkişilik yaptım/yapacağım. Yani sarkastik bir dille yazdığınız kadar yanılıyor değiliz bu işlerde.

Bu tartışma benim için bitmiştir, daha fazla konuşacak bir şey olduğunu da sanmıyorum. En azından koloni blog’ta konuyu devam ettirecek bir başlık açmayacağım. Herkese kolaylıklar, iyi bir hafta dilerim
Levent Cantek

27/2/06 00:48  
Anonymous Adsız yazdý...

Az evvel bu yazıya "Başka Bir Akademisyen" imzalı bir yorum gönderildi. İddiasına göre aynı yorum Ali Işıngör'ün sitesine de gönderilmiş, kim isterse yayınlasın yapılmış. Biz yayınlamayacağız. Aslında çok da bu tartışmayla ilgili değil, doğrudan benimle hesaplaşan bir yazı. O kadar ilgisiz ki Ali Işıkgör yazıyor örneğin. Kişiliğime yönelik tahliller yapılmış, narsistliğim, savcılığım, hakimliğim anlatılmış. Süpermen'den alıntılar yapılmış, Karaoğlan kitabımı Arslan Eroğlu'ndan intihal ettiğim iddia edilmiş vs...Arkadaş akademisyen olduğunu iddia etse de ben bu tiyatorocu repliklerini tanıyorum. Şöyle söyleyeyim: Burada yazılan herşey için bugün-yarın-öbür gün mahkeme yolu açıktır. Bana egosu şişkin, narsist, kendini dürüsütlük timsali gibi gösteriyor diyebilirsiniz, hatta ahlaksız da diyebilirsiiniz. Ama bunu haysiyetli bir biçimde yapmanız gerekiyor. Adınızı koyduğunuz an yaptığınızdan utanacağınız hiç bir kavgaya girmeyin. Dilerim ileride buna da cesaret edersiniz, ben buralarda olacağım.
Levent Cantek

27/2/06 20:59  

Yorum Gönder

<< Home