Pazar, Şubat 12, 2006

Sağolasın Ambrose Bierce Hikâyeleri!! (33-Son)

Sabah soğuğunda yoksullar ve dertliler yine erkenden düşmüştü yollara. Ambrose Bierce, Hakkı Yenmiş Yazarlar Kıraathanesine girdiğinde ne kadar üşümüş olduğunu fark etti. Baybora’nın getirdiği ilk çayı içerken bir başka müşteriye, küçük bir çocukla oynayan yaşlı adama baktı. Her havaya atılışında neşeli çığlıklar atan çocuğun Levent Cantek’in küçük oğlu olduğunu hatırladı. Arkasından bir ses duydu: “Niye arıyormuş o arkadaşın seni Aziz” diyordu Cantek, elindeki paketleri çay ocağına taşırken. Ambrose Bierce o sabah yaşadıklarının bir kâbus olduğunu umarak yol boyu yürümüştü, nafileydi. “Hepiniz bana oyun oynuyorsunuz” diyerek hıçkırdı. Ocağın içerisinde sabah telaşı içinde olan Cantek “duyamadım, şurayı halledeyim yanına geliyorum” dedi. Bu kez de Ambrose Bierce onu duymamıştı, kendisine gülerek bakan yaşlı adama bakıyordu. Gözyaşlarını silerek öfkeyle seslendi “Tanışıyor muyuz?”.

Yaşlı adamın adı Ezop’tu. Vara yoğa gülen küçük çocuğun elinden tutarak yanına geldi. “Evet” dedi gülümseyerek ekledi: “Üstelik şu dünyada sizin Ambrose Bierce olduğunuzu bilen belki de tek kişiyim”.

Bierce hemen kalktı masadan ve yanından geçerken fısıldadı “Sizi kıyıda bekleyeceğim”.

Bir saat kadar sonra buluştuklarında Bierce kendi kendine defalarca tekrarladığı soruyu sordu: “Kimsiniz?”

Öykülerini cilalayarak yazdığın Ezop” dedi. “Sanırım üzerimden para kazandığın, hakkını yediğin Ezop ta diyebilirim”.

Ambrose Bierce, bıkkınlık ve sinirle kafasını sallamaya başladı. “Benimle oyun oynamayın, Size bu aklı kim verdi bilmiyorum ama Ezop bin yıl önce ölmüş bir adam, elbette ki onun anlattığı mesellerden, fabllardan faydalandım. Yani bir borcum varsa edebi bir borcum var ve bu size değil Ezop’adır”.

“Bırakın bunları… Gerçeğe o kadar inanıyorsunuz ki gerçeğin de bir tahayyül olduğunu unutuyorsunuz… Eğer etrafınıza dikkatle bakarsanız tahayyül edilmiş bir dünyada var olduğumuzu anlarsınız… Siz, ben, Levent Cantek ve Baybora’nın bir araya gelmesi mümkün mü sizce?”

“Neden söz ediyorsunuz?”

“Niçin buradasınız Bierce?”

“Hikâyelerim çalındığı için…”

Hayır, birisi sizi hayal ettiği için buradasınız

“Bu sabah buraya gelirken herşeyin bir rüya, bir kâbus olduğunu düşündüm. Ama değildi! Dün gece birini öldürdüm, hayal olamayacak kadar kanlıydı cesedi

“Hayır genç dostum, siz bir hayalle karşılaştınız, eğer onu gerçekten öldürseydiniz, başınıza bunlar gelir miydi? Herkes neden size bakarken Aziz Tuna’yı görüyor? Siz burada öldürme hakkına sahip değilsiniz”.

Ambrose Bierce diz çöküp ağlamaya başladı: “Eğer biri tarafından hayal edildiysem neden bunlar yaşamaya zorlanıyorum”. Ezop’un sessizliğini görünce devam etti, onun da canını yakmak istiyordu “sadece ben değil siz de tahayyül edildiniz o halde”

“Uyandığımda bir istasyondaydım. Vagondan indiğimde görevliler durdurdular, birisi kaçak yolcu olduğumu ihbar etmiş, evraklara bakılırsa siz yapmışsınız bunu”

“Ben böyle bir şey…”

“Yapmadınız biliyorum… Bir ara kimin yapabileceğini düşündüm. Ama bunun saçma olacağına karar verdim. Gerçeği bulamıyorsam hayal ederim

Ezop denize attığı çakıl taşları bitince Ambrose Bierce’a dönerek “Sanıyorum birisi bizim bu konuşmaları yapacağımızı dahi hayal etti” dedi.

“Bir tarafıyla rahatlatıcı bu” dedi Ambrose Bierce “O cinayeti bir başkası hayal ettiği için işledim ya da… Çok kötü… Bir katil olarak hayal edilmek istemezdim” “Ve yine de kimin hayal ettiğini bilmek isterdim”.

“Kim olduğunu başkaları da düşünüp merak ediyordur mutlaka”. Ezop, Ambrose Bierce’ın omzuna vurarak gelenleri gösterdi: “Cinayete gelince… Şu senin Aziz Tuna değil mi?”.

“Evet o!” dedi Bierce şaşkınlıkla “Siz nerden tanıyorsunuz?”

Ezop iki elini yana doğru açarak gülümsedi. Aziz Tuna, Corto Maltese, Zagor ve Abdullah Ziya Kozanoğlu onlara doğru yürüyordu. Ambrose Bierce neşeyle Aziz’i durdurdu: “Aziz Bey hikâyelerimi istediğin gibi kullanabilirsin, yeter ki bir yerlerde benden bahset” “Ben…ben Ezop’tan söz etmiştim”. Aziz şaşkınlıkla, gülerek başıyla onu onaylayarak yürümeye devam ediyordu: “Hava bugün ne güzel değil mi?” diyebildi.

Zagor uzaklaşır uzaklaşmaz kahkahayı patlattı “Oğlum bu geçen günkü deli değil mi?”. Aziz tedirginlikle geriye bakarak “Evet… Ne çilem varmış. Yok ben değilim demiştim, yine de buldu”. “Ne hikâyesinden söz ediyor bu” diye sordu Abdullah Ziya. “Bir bilsem. Zaten kafam kazan gibi, kurşun yemiş gibiyim”. Zagor, neşesini sürdürerek “gizlice hikâyeler yazıyor, ekmeğini elinden alacak Ziya Abi” dedi.

“Yok be hacı ne hikâyesi… Biriyle karıştırıyor beni ama” “Şuradan kahveye çıksak iki aspirin bir kavee belki afyonu patlatırım”

“Onlarla olsa olsa mideyi patlatırsın be oğlum” dedi Abdullah Ziya. Kahkahaları uzun süre çınladı etrafta.

Deniz durulmuştu, güneş hiç olmadığı kadar serin ve yumuşaktı. Bir süre denize giren çocukları izleyen Ambrose Bierce ve Ezop çok geçmeden iştahla ve neşeyle onlara katıldılar.

[Son]

[Aziz Tuna C.]

3 Comments:

Anonymous Adsız yazdý...

-rubai 12-

lahana, otomobil, veba mikrobu ve yıldız
hep hısım akrabayız.
ve ey güneş gözlü sevgilim, "cogito ergo sum" değil
bu haşmetli ailede varız da düşünebilmekteyiz...

nâzım hikmet/rubailer

[Tam bu satırları yazarken içtiğim çay boğazıma kaçtı, neredeyse boğuluyordum. Kendime gelince, kendi kendime "Aziz Tuna'nın laneti olmalı bu" dedim önce... Sonra farkettim ki "Carnivale" dizisini çok sık izliyorum. Eh ben daha ne diyeyim.]

12/2/06 12:09  
Anonymous Adsız yazdý...

Alternatif “Sağolasın Ambrose Bierce Hikayeleri” (2)

Havada barut kokusu vardı. “Garip” diye düşündü Ambrose Bierce. “Tierra Blanca’da sıktığım onca kurşuna rağmen öldürmek hala garip geliyor.” Arkasını dönüp kapıdan çıkarken tüm Serüven çalışanları cansız bir şekilde yerde yatıyordu.

Bierce kendini açık havaya attı. Genzi hala yanıyordu. Karşıdan iki iriyarı adamın geldiğini gördü. Biri kel kafalı, renkli gözlü ve pos bıyıklıydı. Diğerinin top sakalı vardı. Bu Uzun İhsan Efendi’ydi. Yanındaki adam ise Ezel Akay’dı. Ambrose Bierce’ı gören Ezel Akay, Bierce’ın ne olduğunu anlamasına aman vermeden onu bir kurt kapanı hareketiyle kıstırdı. Uzun İhsan Efendi yanlarına geldi: “Vay vay vay…” dedi, “İşte Aziz Bey de buradaymış.”

12/2/06 14:28  
Anonymous Adsız yazdý...

"Fantazi elbette hakikidir. Olgulara dayanmaz, ama hakikidir. Çocuklar bilir bunu. Yetişkinler de bilir, zaten çoğu bu yüzden fantaziden korkar. Fantazideki hakikatin, yaşamaya mecbur edildikleri ve kabullendikleri hayatın sahteliğine, kofluğuna, gereksizliğine, sıradanlığına karşı bir meydan okuma, hatta tehdit oluşturduğunu bilirler." - Ursula K. Le Guin

Moe

12/2/06 21:10  

Yorum Gönder

<< Home