Buhar Güçlü Postmodern Masallar

Etiketler: Dave Sim
(...) bir düşüncenin sizde ne zaman oluştuğunu söylemek öyle kolay hatırlanacak bir şey değil ama düşünceler çoğunlukla yazarken ortaya çıkar. Yazmak gerçekten de çok tuhaf bir şey. Yazmaya başlamadan önce daima ne yazacağınızın kafanızda oturmuş olması ya da en azından detayların belli olmadığı bir ana hat belirlemiş olmanız bile gerekmez. Yazarken kelimelerin kendi kendilerini öne çıkardıklarını, bazı düşünce ve görüşlerin oluşmaya başladığını fark edersiniz. Bu bir bakıma bir kendinden geçiştir. Gerçekten bir şeyler yazarken ve özellikle yazdıklarınız karmaşık ve yoğunsa, siz de fark etmişsinizdir, farklı bir bilinç durumunda oluyorum. Farklı bir bilinç durumuna ne zaman geçtiğinizi fark etmeniz çok zor ama bir düzyazı yazarken ruh haliniz ve bulunduğunuz ortam sizi sarıp sarmalıyor. Bu kendinden geçme durumunu eskiden resim çizerken hissederdim ya da mesela çinilerken (inking) eliniz bir kalem izini takip eder ama zihinsel olarak sizin yapacak bir şeyiniz yoktur, bir tür bulanık duruma sürüklenmişsinizdir ki böyle durumlarda aklınıza çok sayıda düşünce gelir. Hepsi de sizden bağımsız, yazma eyleminin kendisinden ortaya çıkmış gibi görünür.
Elbette! Daha çok 1950’lerin, 60’ların klasik kovboy filmlerinden esinleniyorum. Özellikle de bol bol manzara ve kostüm özelliği yansıtan Technicolor filmler… Anthony Mann’in The Naked Spur (Çıplak Mahmuz, 1953) ya da The Tin Star (Teneke Yıldız, 1957) gibi kovboy filmleri… Aslında Blueberry, Hollywood’un bir kovboy filmini çizgi romana uyarlamaktan başka bir şey değil; ve hayrettir, çizgi roman alanında türünün tek örneği… Amerikalılar bile bir benzerini yapmadı!
İki ergen genç kızın o güne kadar kapıldığım en parlak ticari fikir olduğunu düşündüm. "Bunu yapmanın hoşlarına gideceğini düşündüm!" Ama bir kez Hollywood’a gittiğinizde, herkes, "Kimse iki yeni ergen kız hakkında yeni bir film görmek istemiyor. O filmler asla para kazandırmıyor” şeklinde konuşuyor. Para kazandıran filmlerde yeniergen kız izleyiciler Leonardo DiCaprio gibi kişileri aksiyon ve entrika içerisinde görmek istiyorlar." Görünüşe göre ergen kızlar kendileri ile ilgili doğru betimlemeleri görmek istemiyorlar. Bu nedenle maalesef göründüğü kadar ticari değil. Sanırım filmi yaptığınızda ergen kızlardan oluşan bir izleyiciniz olur ve onlar bunu severler. Ama onları silah zoruyla sinemaya gitmeye yönlendirmeniz gerekir.
Panel: Tek bir parça resimdir. Çizgi romanda hikâye anlatımı ardıl panellere dayanır. Ancak sayfada tek panelden oluşan çizgi romanlar da mevcuttur. Türkçe’de çoğunlukla “kare” olarak ifade edilir.
Çizdiği kareleri dense daha doğru olurdu...Kare, burada "kenarları ve açıları birbirine eşit olan dörtgen" anlamında kullanılmıyor elbette. Kastedilen sahne planı, çerçeve; bir bütünü meydana getiren planlar dizisinin bir parçası. Bu plan kare, dikdörtgen ya da başka bir biçimdeki çerçeve ile anlatılabilir. Ama Türkçe'de İtalyan çizgi romanlarının ve gazete bantlarının etkisiyle bu çerçevelere kare deniyor genellikle.
Geçen ay çıkmış bir dergide Stan Lee ile ilgili bir yazı yayımlanmış, okumak istedim. Yazının ilk cümlesi aynen şöyle: “Çizgi roman, dar kalıplardan dışarı çıkarak yeni bir kimlik kazanma yolunda ilerlerken, bir çok çizerin oluşturduğu yeni karakterlerle ‘tür’ olarak fantastik dünyaya ilk adımını atmış oldu”. Böylesine saçma ve anlamsız bir cümle için ne söyleyebilirim bilmiyorum. Bir ilk cümleden söz ediyoruz, şöyle de devam ediyor: “Ama onlarca çizer arasında bir isim var ki o fantastik dünyanın zirvesinde hala oturmaya devam eden efsane kahramanların yaratıcısı, 85 yaşındaki Stan Lee’den başkası değil.” İkinci cümleyi sonra ne yazmış diye merak edenler olabilir diye yazdım, yazmayabilirdim çünkü ilk cümleyle bir ilgisi yok. Nasıl böyle yazılar yazılabiliyor, hadi yazıldı nasıl yayınlanıyor anlamıyorum.
(...) Persepolis’teki hikayeler genellikle kapalı mekanlarda, ev gezmelerinde-eğlencelerinde geçiyor. Her akşam toplantısı rejimin eleştirildiği, İran’ın geçmişinin konuşulduğu, Marjane’nin “tarihi öğrendiği/siyasallaştığı” bir mecra olarak yer alıyor. Sokaktan görülmemesi için ışık sızdırmayan kalın siyah perdeler çekiliyor evlere. Siyah perdeler ilginç bir gönderme belki de, rejim muhalifleri evleri için yasak ve “ayıp” saklayan bir “türbana” ihtiyaç duyuyorlar. Sokaklar bütünüyle tekinsiz, devriye gezen rejim muhafızları insanların giyim kuşamlarına karışıyor, müdahalelerde bulunuyorlar. Dışarıya ışık sızdıran evlere dikkat kesilip, içki içilen evlere baskınlar yapıyorlar. Arabalar mutlaka durduruluyor, kimlik kontrolleri yapılıyor. İçki içtiği düşünülen vatandaşlar evlerine kadar takip ediliyor. İhbarlar, takipler, tetkikler, yasaklar Persepolis’te önemli bir yer tutuyor. Küçük Marjane otorite karşısında nasıl davranması gerektiğini öğreniyor; öyle ki rejim muhafızlarına yalanlar söylüyor, gerektiğinde ağlayıp yalvarabiliyor. Marjane ve ailesinin otorite ile karşılaştığı sıkıntılı anlar Persepolis’in en çarpıcı bölümleri. Örneğin Büyükanne, askerlerden önce eve girip içkileri dökmeye çalışırken durduruluyor, o da şeker hastası olduğunu ilaç içmezse düşüp bayılacağı yalanını söylüyor. O ana kadar asabi ve hoşgörüsüz olan genç asker çözülüveriyor: “Şeker hastası mı? Annem gibi”. Persepolis’te bu türden çözülme ve çelişkiler içeren çok sayıda insani durum resmediliyor. Bu sahneler anlatıyı farklı okumalara da açıyor, katı kuralcı ve dogmatik bir siyasi otorite resmi çıkmıyor karşımıza. Oldukça gevşek, suç ve ceza ilişkisini faillerin sınıfsal konumlarına göre belirleyen bir adalet mekanizması söz konusu olan. Marjane ve arkadaşları evlerde toplanarak, yasak olmasına rağmen partiler düzenliyorlar. Her yakalandıklarında para cezası ödeyerek kurtuluyorlar (...)