Cumartesi, Şubat 28, 2009

ça suffit!

Giardino'nun Jonas Fink adlı dizisinin ikinci albümü "L'apprentissage"de şöyle bir sahne var. Gençler bir parkta toplanıyorlar, gitar eşliğinde Simonov'tan şiir okuyan ise Jonas'ın kalbini kaptırdığı Tatyana. Babası, muhalif görüşleri nedeniyle tutuklanan, kendisinin ve annesinin bütün hayatını değiştiren zorluklarla karşılaşan Jonas, öfkeden titreyerek susturuyor Tatyana'yı: Ça Suffit! (Yeter Artık). Ellili yılların Prag'ında geçen çizgi roman, genç bir ergenin gözünden yaşananları anlatıyor. Simonov, Türkçe'de bilinen bir Rus şair. Stalin'in kendisini sevmediği yönünde şayialar olsa da popüler bir komünist şair. Jonas, rejime muhalif olduğu için bu beğeniye dahi katlanamıyor. İlginç bir mukayese olabilir, bütün albüm boyunca onu Kafka okurken görüyoruz.

Etiketler:

Cuma, Şubat 27, 2009

Kısa Ömürlü Bir Yayınevi

Hasal Yayınları, 1981 yılında onbeşgünlük cep çizgi romanları yayınlamaya başladı. Yayınevi sahibi borçları nedeniyle yurt dışına kaçınca tüm yayınları kısa ömürlü oldu. Herkül, Cim Kozmos, Borax, Uzay, Pistelero, Oktar ve Kobra gibi yabancı çizgi romanları yayınladı. Çizgi romanların nerdeyse tamamı ikinci sınıf işlerdi, buna karşın yayınladıkları döneme göre pahalı yayınlardı. Tür çizgi romanı yayınlamak gibi bir tercihte bulunulmuştu. Bilim kurgu, western, tarihi, polisiye, fantastik türünde çizgi romanlar seçilmişti. Kitapların kapaklarının büyük çoğunluğunu Şahin Karakoç yaptı. Bugünden bakıldığında Hasal Yayınlarının hatırda kalan bir kaç özelliği var. Yayınlanan çizgi romanların erotik içerikleri mevcut çizgi romanlara göre fazlaydı. Ken Parker, Türkçede ilk kez yayınevinin Pistelero dergisinde yayınlandı. Hayalet Kovboy Borax adlı fantastik (erotik) westerni başlangıçta olmasa bile sonradan bir yerli çizer Fikret Kol çizdi. Hasal Yayınları 1981 yılının yaz aylarının bitiminde önce yayın çeşidini azalttı, sonra da kapandı.

Etiketler:

Perşembe, Şubat 26, 2009

2009 yılında Amerika'nın...



Frank Miller ile Dave Gibbons’un Give Me Liberty adlı 1985 tarihli albümlerini okuyorum. Severek okuduğumu söyleyemem ama ilgimi çeken bir sayfadan bahsedeceğim. Time dergisine gönderme yaparak Amerika’nın 2009 yılındaki başkanını derginin kapağında çizmişler. Reagan ya da Carter’ı hesap ederek yapılan tahmin tutmamış. Kim bilebilirdi o da ayrı konu ya…

Çarşamba, Şubat 25, 2009

Çizgi Roman Dünyasında Savunma Mekanizmaları



(...) Kötü karakterler, başarısızlıkları ve zayıflıkları olduğunu hisseden okuyucular için en mantıklı yansıtmalardır. Çoğu kötü karakter, gerçekte kahramanların tam tersidir ve zaman geçtikçe okuyucu, kahramanın zayıflıklarını kendi rakiplerine yansıtmayı öğrenir. Bu yansıtma davranışının en açık örneği, Batman ve Joker arasında görünür. Batman’in sivil kimliği Bruce Wayne, aylık sayılarda, farkındalığını dengelemeye çalışır. Wayne, sağ kalanların suçluluk duygusuna sahiptir ve bu duygu zaman zaman kişiliğini böler, kendisi ve öteki benliği arasında keskin bir zıtlık oluşturur. Buna rağmen, Batman hayranları, zayıflığını bir kenara iterek, onun ne kadar akıllı ve harika biri olduğundan bahseder: gerçekte, dikkati, kendi suçlu sicilinden ve dostlarına karşı sabırsızlığından uzağa çekmek için düşmanları üzerinde şiddet ve diğer araçları kullanır. 2001 yılındaki Batman Çizgi Romanında yazar Jeph Loeb, Batman’a dostlarından Dick Grayson (Nightwing)’in, Batman ile Joker arasında yaşanan savaşla ilgili söylediğini hatırlatır, “Ben (Batman) nasıl Gotham City’de yaşamak için gerekli olan düzeni temsil ediyorsam, Joker’de düeni bozan kaosu temsil ediyor” (...)

link

An Koleksiyoncusu

AN KOLEKSİYONCUSU: YERALTINA YOLCULUK

Yazan: Bakış Kutlu

Resimleyen: Ozan Küçükusta

Bilgi Yayınevi

Şubat 2009



Çuvaldaki Sır Yeraltına Yolculukla çözülüyor. An Koleksiyoncusu serisinin ikinci kitabında Balpetek ve arkadaşları her anı macera dolu bir yolculukla Benatar ve Pikkuların yaşadığı ateş ve buzlar ülkesine gidiyorlar. Kötülüğe karşı yaptıkları mücadelede en büyük silahları en sevdiği oyuncakları
...

link

link2



En Alttakiler

En Alttakiler öyküsü Galip Tekin’in senaryosunu yazdığı Kemal Aratan’ın çizdiği ortak bir çalışma ürünü. Dıgıl dergisinin çıkışında “Vah Vahap Vah” adlı popüler bir dizide birlikte çalışan ikili bu kez Tekin’in fantastik dünyasından çıkan bir öykü anlatmışlar. Tekin’in thriller tarzı korku öğeleri içeren fantastik öyküsü Almanya’da bir firmanın tıbbi (?) deneylerine yüksek ücretle denek olarak katılan ailelerin doğan çocukları ile ilgili. Yusuf Ayaz adlı kahramanın kimi zaman geçmişini anlatması ve daha çok da yaşadıklarıyla gelişen bir öykü bu. İlginçliği yüzlerini her şekle sokabilen (yaratık ya da mahluk olarak adlandırılan) mutantlardan kaynaklanıyor. Ancak öykünün sürekliliği ve gerilimi bu ilginçliğin gerisinde kalıyor. Tekin, yüzünü istediği şekle sokan insan fikri etrafında bir öykü aramış. Uluslararası sermayenin bilim dışı niyetleri ve üçüncü dünyalı işçilerin sömürülmesi bu fikre eklenmiş. Ancak bu fikir yazarına cazip gelse de anlaşılıyor ki Kemal Aratan bitmiş bir öyküyü çizmeye başlamamış. Haftadan haftaya süregelen- açık kapatan, kapattığı kadar da öyküyü unutan bir yola (senaryo yazımına) girilmiş. Örneğin karakoldaki polislerden intikam alınmasının öykünün gidişatında hiçbir etkisi yok. Yusuf Ayaz, bir video kamera karşısına geçerek geçmişini anlatıyor ama sonradan bu kayıt ayrıntısı atlanıyor. Yusuf Ayaz’ın benzerleriyle karşılaşması, kendisi hariç hepsinin öldürülmesi, intikam için Almanya’ya gitmesi vs hızla anlatılıyor. Finaldeki fabrika sahibi mutant koleksiyonunu gösteriyor, neden böyle bir işe girişilmiş belirsiz. Öykünün dağınıklığına karşın Kemal Aratan doksanlı yıllarda yaptığı iyi işlerinden birini daha çıkartmış. Komik yüzler ve ifadeler dışında fotoğraf ayrıntısında arka planlar yapmış. Nerdeyse hiç fırça kullanmadan tarama ucuna yüklenmiş. Ayrıntıcı, emek verildiğini hissettiren (saygı uyandıran) bir çizerlik işi çıkarmış. Aratan’ın aynı dönem çizdiği İstedikleri Yere Gidenler ya da Çıtt gibi öykülerini bilenler varsa En Alttakiler de benzer bir nitelikte çizerlik performansı içeriyor diyelim. Öykü, dağınıklığı nedeniyle mizah dergilerinin unutulmuş öyküler mezarlığında yatıyor, bugün hatırlanmaması garip değil...

Etiketler:

Salı, Şubat 24, 2009

nosferatu

Ozan Küçükusta
link

Etiketler:

Pazartesi, Şubat 23, 2009

Poe ve Lovecraft

(...) Lovecraft, daha ziyade hayranları tarafından ve üslubunun benzerliğinden, Edgar Allan Poe’nun varisi olarak addedilmiştir. Bu, Edgar Allan Poe’nun akademik çevrelerde kazandığı saygınlığın bir kısmından Lovecraft’ın faydalanmasını sağlamaya yönelik bir çaba olarak düşünülebilir. Zira Lovecraft, Poe’nun aksine edebi kanona dâhil edilmiş bir yazar değildir ve hikâyeleri, üniversitelerde, Amerikan Kısa Hikâyesi derslerinde okutulmamaktadır. Bunun nedeni muhtemelen, Poe’nun yazdığı dehşet hikâyelerinde ve şiirlerinde insan ruhunun karanlık yönlerini keşfeden bir şair, Lovecraft’ın ise böyle bir yönü olmayan bir pulp yazarı olarak görülmesidir. Lovecraft’a dair bu son önerme onu azımsamak olacaksa da, hatırda bulundurulması gereken bir nokta daha vardır. Lovecraft, ustalarından biri olarak gördüğü Poe’nun dehasına asla ulaşamayacağını düşünmektedi (...) [Can T. Yalçınkaya'nın "Gölgelere ve Tuhaf, Uzak Zamanlara Dair" adlı yazısından, Yeni Serüven Sayı: 1]

Pazar, Şubat 22, 2009

Düşler, kabuslar...



Magico Vento’nun düşlerini Julia’nın kabuslarıyla karşılaştırırsak, her ikisinde de, iki usta yazarın Berardi ve Manfredi’nin psikolojik çözümlemeleriyle karşılaşırız. Julia öyküleri, yapısı gereği (kahramanın kriminolog olmasından dolayı) psikanalitik olgularla iç içedir. Dolayısıyla Julia’nın düşleri de psikanalitik biçem ve kurguya sahiptir. Ellis’in düşleri ise kuşkusuz mistik ve korkutucudur. Bu düşlerde gerçek ve hezeyan o kadar birbirine karışmıştır ki çoğu zaman gerçeğin nerede bittiğini, sanrının nerede başladığını anlayamayız. Julia’nın düşleri (kabusları) uyku halinde görülen doğal (istemsiz) rüyalar iken, beyaz şaman düşlerini genellikle kontrol edebilme yeteneğine sahiptir. Ancak her ikisi de önemli ortak bir özellik sahiptirler: Julia ve Magico Vento’nun düşleri mnemoniktirler. Yani, belleğin (bilinç dışının) derinliklerinde kalmış, geçmişin bataklıklarına saplanmış anıları ve olayları bulup çıkarırlar!.. [Batuhan Cantürk, “Yanılsamaların Ortasında Bir Alacakaranlık Kuşağı: Magico Vento" Serüven, Sayı:4’ten alıntı]

Etiketler:

Cumartesi, Şubat 21, 2009

E.G.Brownstone

Markus The Barbarian, E.G.Brownstone
link

Etiketler:

Cuma, Şubat 20, 2009

Tek Başına Bir Ordu: Deli Balta

Epeyce bir zaman önce çizerliği bırakarak köşe yazarlığına başlayan Gürbüz Azak’ın onbeş yılı aşkın bir süre önce Türkiye Çocuk dergisinde yayınlanan Deli Balta çizgi romanı Babıâli Yayıncılık tarafından kitaplaştırıldı. Dizi olarak sürdürüleceği anlaşılan Deli Balta’nın ilk kitabı en uzunu 56 sayfa olan on bir hikâyeden oluşuyor. Hikâyelerden biri kitaba isim de olmuş. Yayınlandığı mecraya uygun olarak Deli Balta oldukça çocuksu özellikler taşıyor. Çocuksu derken örneğin Tommiks de çocukları düşünerek hazırlanmıştır; Deli Balta’daki çocuksu yön ise benzer bir nitelikte değil. Epik özellikler içeriyor, hamaset senaryonun önüne geçiyor. Gürbüz Azak’ın köşe yazarlığı da hesap edilerek belki şu söylenebilir: Deli Balta her ne kadar bir çocuk dergisinde yayınlansa da çocuklar için düşünülmüş bir çizgi roman değil. Azak’ın siyasi duruşu çizgi romanda var olan eğlence, sürükleyicilik ya da senaryo derinliğinden daha önemli bir hale gelmiş çünkü. Çocuklara ders vermek, yol göstermek arzusu yok değil ama bu çocukları düşünerek yapılmamış, çocuklara ders verdiği-yol gösterdiği düşünülsün diye yapılmış sanki. Örneğin albümdeki hikâyelerde tek bir çocuk tiplemesine yer verilmemiş. Bu gerçekten ilginç olan tercihin baştan tasarlandığını sanmıyorum, toplamda böyle bir sonuç çıkmış. Akla şu geliyor Azak için çocuklar hikâyenin ciddiyetini sarsıyor olabilir mi? Benzer bir soru kadınlar için de sorulabilir. Kadın da yok çünkü hikâyelerde.

Deli Balta’nın “tarih” ve “ciddiyet” gibi bir iddiası var ama hem tarih dışı olacak kadar epik bir anlatımı var hem de çocuk ve kadınları yok sayarak, hamasi diyaloglar kullanarak bir ciddiyet kurmayı tercih ediyor. Bir başka deyişle ne çocuklara ne de büyüklere hitap edebiliyor. Gürbüz Azak’ın çiniyi kullanırken gösterdiği özene karşın deseni iyi değil. Senaryo ya da diyaloglarla ilgisiz biçimde kollarını havaya-iki yana açmış tiplemeler görüyoruz. Bağırma dışında tiplemelerin yüz ifadesi yok gibi, Azak, mimiklerle ilgilenmiyor. Deli Balta’yı bir yamaçta, bir uçurumun kenarında ya da kayalıkların üzerinde –arkada mutlaka bir ay kullanarak- çizmeyi çok seviyor. Her çizerin tekrarladığı, özgünlüğüne de işaret eden klişe sahneleri, kare içi düzenlemeleri olabilir. Oysa Azak bunu o kadar göze batacak kadar tekrarlıyor ki kendine özgü çinisini unutturacak türden bir zafiyet yaratıyor. Örneğin karenin sağ tarafında birisini çizmesi gerektiğinde profilden (enseden keserek) bir erkek çiziyor, onun hemen gerisinde bir tane daha... Bir baş çiziminden birdenbire tiplemelerin çöpten adam gibi göründükleri bir uzak çizime geçilebiliyor vs Ya hızlı çizmekten ya da çizdiğini çok beğenmekten birbirinin aynısı kareler ve sayfalar çıkıyor karşımıza. Deli Balta, Türkiye Gazetesinin desteğiyle film oldu, radyofonik oyunları kaset olarak kupon karşılığı verildi vs... Bu destek olmadan -ticari olarak- var olabilmesi çok zor bir yayındı, bugünkü varlığı hâlâ o desteğin izini taşıyor.

Etiketler:

Perşembe, Şubat 19, 2009

black dreams

Koyu zehir
link

Etiketler:

Sin Cİty

Frank Miller’in Sin City dizisi Hollywood sayesinde Türkçede yayınlanmaya başladı. Yakın dönem Amerikan çizgi romanı mainstream örneklerle hatırlanıyor ve satılıyor. Hollywood’un Amerikan pazarının talepleriyle farklı çizgi roman uyarlamaları yapması ise Sin City gibi görece marjinal işlerinin farklı ülkelerde yayınlanmasını kolaylaştırıyor. Görünen o ki farklı çizgi roman örneklerini görebilmek için Hollywood desteğine ihtiyacımız olacak. Sin City, anlatıdan önce ismini sattıran-kendini ortaya koyan çizgi roman sanatçılarından biri olan Frank Miller’in elinden çıkma. Bütünüyle bir üslup çalışması. “Hard boiled detective fiction” denilen geçen yüzyılın daha çok ilk yarısında yayınlanan suç ve polisiye anlatılarını hatırlatan, bu hatırlatmayı estetik bir uğraş olarak metnin bütününe nüfuz ettiren bir çizgi roman. Siyah-beyaz tercihi, sürekli karanlıkta geçen atmosferi, fırça ve ışık-gölge kullanımı klasik Hollywood polisiyelerinin estetize edilmiş bir yorumu. Erkek kahramanların iç konuşmaları filmlerin ve dedektif edebiyatının anlatım diline uygun olarak birinci tekil şahıs ağzından aktarılıyor. Türün klişelerine uygun olarak meşum kadınlar, sadakat dolu sevgililer, melodramatik kırık aşk hikâyeleri, para hırsının kurbanı olanlar, kokuşmuş bürokratlar veya rüşvet alan polislerle sıkça karşılaşılıyor. Frank Miller’in o kadar güzel çizdiği kareler var ki ders olacak nitelikte bir estetik taşıyor; çok çalışıldığı, çok düşünüldüğünü hissettiriyor ve bunu öyle kolaymışçasına yapıyor ki sanki mürekkep bir cıva gibi bir kareden diğerine akıyor. Öte yandan çizgi romanı bitirdiğinizde bütün o estetik çabanın kendini tüketen bir narsizme dönüşme potansiyelini de hissediyorsunuz.

Frank Miller, Sin City adını verdiği bir dünya yaratımına niyetlenmiş, belli bir kaygıyla hareket etmiş ve “içerik biçimi belirler” gibi bir estetik tercihte bulunmuş... Bu tür bir tercihin sonuçları ise bana göre belli ölçülerde sıkıcı... Her şeyden önce dedektif hikâyelerini anımsatan edebi dil şairanelik iddiası taşıyor. Pulp metinlerin sarkastik ve edebiyatla (hatta edeple) mesafeli olan dilini başkalaştırıyor, onların üzerinde kendisini konumlandıran, daha da önemlisi kendine hayran olan bir anlatıma dönüşüyor. Bu tür bir şairaneliğin çevirisi de külfetlidir, ne yaparsanız yapın “çeviri kokarsınız”. Üstelik çizgi romanın doğasında varolan (pulp olmasından kaynaklanan) anti-entelektüelist tavır bu şairaneliği (üstelik çeviri kokanı) kaldırır türden değildir. Yargım şu: Sin City, polisiye edebiyatının ve dedektiflik türünün çeşitli hikâyelerini anımsatıyor, özgünlüğünü hikâyelerinden değil çizgiye dayalı biçimsel arayışlarından alıyor

Etiketler:

Çarşamba, Şubat 18, 2009

Watchmen Oyunu

Warner Bros. tarafından film uyarlamasıyla 6 Mart'ta beyaz perdeye geçecek olan efsane çizgi roman Watchmen, Deadline Games'in oyunuyla da 4 Mart'ta Xbox 360 ve PC, 5 Mart'ta da PS3 oyuncularının karşısına çıkacak.
link

Salı, Şubat 17, 2009

Znortt!

Tanino Liberatore, 1953 doğumlu bir İtalyan çizer. Adıyla birlikte anılan bir unvanı var, ona çizgi romanın Michelangelo’su diyorlar. 2004 yılında hazırladığı son çalışması Lucy için Liberatore’nin Sistine Şapeli denmesi de bu yüzden. Ülkesindeki çizgi roman anlayışıyla uzak yakın ilgisi yok. 1982 yılından beri Fransa’da yaşıyor. Eski komedyen, oyuncu-yazar-yönetmen Alain Chabat ile çalışıyor uzun süredir. Türkiye’de bilinen Asterix and Obelix: Mission Cleopatra ve RRRrrr!!! gibi Chabat filmlerinde Liberatore imzaları var. Ranxerox, Liberatore’ye uluslararası şöhret kazandıran bir çizgi roman. Fransa’ya gittiğinde L'Écho des Savanes, Tranfert, Métal Hurlant, À Suivre gibi dergilerde illüstrasyonları yayınlanıyordu ama daima Ranxerox ile hatırlanıyordu. Amerika’da Corben tarafından takdim edilmişti; Seksenli yılların ilk yarısında gerek içeriği gerekse ağır işçilik isteyen renkleme biçimiyle Ranxerox (ve Liberatore) Heavy Metal okurları arasında çok konuşuldu. Ranxerox’un yaratıcısı-sonradan senaristi olan arkadaşı Tamburini ölünce çizgi romandan bir süre uzaklaştı. 1993 yılında çizgi roman dünyası için bir sürpriz yaparak Ranxerox karakterinin üçüncü (ya da son) hikâyesini çizdi, senaryo Jean-Luc Fromental’a aitti.

Ranxerox, 1997 yılında GazetePazar’da sansürlenerek de olsa yayınlandı. Ranxerox’un bu denli ilgi çekmesinin nedeni aşırı-şiddet içeren, obsesif ve sapkın karakterlerle dolu bir dünyada geçmesi. Liberatore’nin gerçekçi çizgileri de soğuk, mesafeli, hatta kimi zaman itici özellikler içeriyor; bu üslup yakın gelecekte geçen kara-hikâyeyi ister istemez tamamlıyor. Ranxerox, bir android olarak tanımlanabilir, yakın gelecekte yaşayan bir Frankestein olduğu söylenmişti. “Punk Frankenstein” demek daha doğru olur. Sahibi-sevgilisi olan genç Lubna ile iyi bir “Beauty and the Beast” ikilisi oldukları da söylenebilir. Ranxerox’un punk ve futuristik karanlığı, hikâyeleri seksenli yılların sonunu tasvir ederek anlatılmış olsa da “yaşıyor”, ars longa, vita brevis.

Meraklısı için: Znortt! Ranx’ın kullandığı bir nidadır.

Etiketler:

Pazartesi, Şubat 16, 2009

Avcı

Yasemin Baran
link

Etiketler:

Politikacılar yoksa çizgi romanlardan...

[De Gaulle] Bir alışkanlığı daha varmış ki onu çoğu kimse bilmezmiş: Bunca yaşına rağmen "Tenten" çizgi romanlarına arada şöyle bir göz atarmış. "Karakter olarak benim tek rakibim ‘Tenten'dir, ikimiz de kendini büyük sanan insanlardan asla korkmayız" ifadesi de ona aitmiş. Bu lafın onun ağzından nasıl çıktığına Fransızlar bugün bile şaşıp kalmaktaymış.
De Gaulle kendi etrafında ördüğü otorite duvarına rağmen çocuksu bir coşkuyla "Tenten"i ve onun yanındaki yardımcı karakterleri gizlice inceler, çizgi romanın tüm kahramanlarını o günün politikacılarına benzetirmiş. Bu rol dağıtımında en çok "Kaptan Haddok" (Capitaine Haddock), Bayan Kastafiore (Bianca Castafiore) ve Profesör Turnösol (Professeur Tournesol) reyting alırmış. Beceriksiz politikacıları ise romandaki çifte karakter "İkizler"e (Dupont et Dupond) benzetirmiş. Maceralarda geçen yer isimlerini, uydurma ülkeleri de kıyas yoluyla açıklayıp anlatırmış yakınlarına. Hatta bir keresinde çizgi roman esintisiyle Churchill'le bile dalga geçmiş. Bu yüzden De Gaulle yanlıları "Tenten"in karakter olarak aslında Belçikalı değil, Fransız olduğunda ısrar etmişler bugüne kadar. Aslına bakarsanız "relax" olmanın açığa çıkmış halidir bu. Belli ki amaç, uydurma serüvenler izleyip hayal dünyasında gezinmek değil. Rahatlarken biraz analoji yapmak, biraz da hayal zenginliğiyle hem kendini hem de çevresini eleştirmek! (...)
link

Etiketler:

Pazar, Şubat 15, 2009

Eroskop



Eroskop, 1993 yılında çıkan, haftalık erotik çizgi roman dergisiydi. Aynı isimde bir süre daha devam etse de çizgi romana dayalı biçimiyle 21 sayı yayınlandı. Derginin yönetmenliğini Nuri Kurtcebe yapıyordu. Genellikle Ertuğrul Edirne’nin yaptığı kapaklarla çıkan Eroskop, yerli ve yabancı “adult” çizgi romanlardan oluşuyordu. Nuri Kurtcebe’nin o dönem için dahi arkaik kalan, Suavi Sualp havasındaki mizahıyla öyküler ve çeviriler komikleştirilmeye çalışılıyordu. Eroskop’un en önemli özelliği erotizmi temel alan ve yerel/yerli nitelikli belli ölçüde devamlılığı olan ilk dergi olmasıydı. Maddi sıkıntılar nedeniyle tefrika edilen kimi yerli çizgi romanlar yarım kalmalarına rağmen farklılık arzeden nitelikler taşıyorlardı. Özellikle Eralp Noyan’ın Deli İbrahim’deki çizgilerinden, halen İtalya’da yaşayan Yıldırım Örer’in çalışmalarından hemen söz edilebilir. Eroskop, Kurtcebe’nin tarzıyla biçimlenmiş bir dergi olduğu için sadece balon yazılarında-metinlerde değil çizgilerde dahi etkisi-müdahalesi olduğu görülebiliyordu. Bir başka not, Ferhan Şensoy ile Füsun Erbulak’ın derginin içeriğine uygun yazılar yazmalarıydı. Görsel olarak emek verilmiş çalışmalar içermekle birlikte Eroskop çizgi romanlarda kullanılan “gayri ciddi” dil ve anlatım biçimleri nedeniyle başarısızdı.

Etiketler:

Cumartesi, Şubat 14, 2009

Just Like Heaven

Geçtiğimiz günlerde Blankets'den söz etmiştim. Hikâyenin içinde, yaşanan ana ve metnin bütününe uygun bir şarkı "okuyoruz". Popüler olduğu için olmalı bir not düşülmemiş, şarkı İngiliz grubu The Cure'a ait: Just Like Heaven. Seksenli yıllarda Bilboard listelerine girmiş, biz de dinlemiştik. Benim müziğim ve grubum değildir The Cure ama özellikle sözlerinde bir farkılılık hep kendini hissettirir. Aslında şarkının özellikle derin Amerika'da giderek popülerleşen bir ömrü olduğu, gün be gün popülerleştiği görülebiliyor. Amerika'da revaçta olan ister istemez dünya pazarına daha kolay dahil olabiliyor. Şarkı, 2005 yılında aynı adlı bir romantik komedi de kullanıldı, bu da hem popülerleşmesinin sonucu hem de misliyle ilgi artırıcı bir etkisi oldu.

Etiketler:

Hey Wait!



Duygusal bir hikâye Hey Wait. Jon adlı bir çocuğun, yakın arkadaşı Bjorn’un, erken yaştaki ölümünden sonra yaşadıkları-hissettikleri anlatılıyor. Hikâyenin Norveçli çizeri Jason, hayvanları insan biçiminde kullanarak minimalist hikâyeler oluşturuyor. Sessiz film döneminin mizahını izlediği, tarzının UB Iwerks’in çizgilerini andırdığı söylenebilir. Fazla balon kullanmıyor. Hayvanları tipleştiriyor derken şunu da ekleyelim. B-filmlerin fantastik yaratıklarını ve hayvanlarını da hikâyelerine katıyor. Hey Wait, İngilizce’deki ilk albümü. Aynı albümle 2002 yılında Harvey ödülü aldı.



Jon, uçurumun kenarındaki bir ağacın dalına atlayıp tutunuyor ve bir süre sallandıktan sonra yere iniyor. Bjorn, bu cesaret isteyen –ama delice ve çocukça- eylemden –haklı olarak- korkuyor. Sonra bir gün bunu yapmaya karar veriyor ve dala tutunamayarak dramatik bir biçimde uçurumdan aşağı düşerek ölüyor. Jon ilerleyen yıllarda kendini sorumlu gördüğü bu ölümü unutamıyor. Hey Wait’in (Jon’un, Bjorn’un arkasından söylediği son sözler) iç acıtan ağırlığı, abartıya yer vermeyen rutininde. Çizer, Jon’un hayatındaki tekrarları, kıstırılmışlığı resmederken asıl olarak onun suçluluk hissettiğini gösteriyor bize. Bu da anlatıcılık mahareti. Jason’un çizgi romanın endüstri olduğu her ülkede ilgi görmesi, çeşitli biçimlerde taltif edilmesi gerçekten tesadüf değil.

Etiketler:

Cuma, Şubat 13, 2009

Haplar



Le 110 Pillole, 14.yüzyılda yayınlanmış Chin P'ing Mei adlı bir Çin kitabından ilham alınmış. Zengin bir eczacı ile altı karısı çevresinde gelişen hikâye, eczacının bir keşişten aldığı afrodizyak hapları sonucunda yaşadıklarını anlatıyor. İlk kez 1984 yılında İtalyanca yayınlanan albüm, Yunanistan, Fransa, Brezilya, Danimarka, İspanya, İsveç, Japonya, Hollanda ve Amerika’da da yayınlanmış. Le 110 Pillole, temelde aşırılığın eleştirisine dayanıyor. Cinsel gücünü artırmak kadar aldığı hapları bir ay içerisinde tüketmek zorunda olan Hsi-Men’in ölümüne yol açan süreci izliyoruz. Magnus, entrikayı sevdiğinden kadınlar ve erkekler arasındaki çekişmeleri, haset ve münafıklıkları da resmediyor. Hikâyenin kahramanı bir erkek olsa da arzu, şehvet ve rekabetin asıl aktörleri kadınlar. Onları ağlarken, tutkuyla doluyken ya da intikam planları yaparken görebiliyoruz. Magnus sayfalarının göz alıcı bir beyazlığı var, elini serbest bırakmıyor, fırçasının esiri olmuyor. Çizme tutkusuna kaptırmıyor kendini. Yıllarca iş yetiştirme telaşıyla çizdiğinden olmalı albümlerine olağandışı bir sabır ve özen göstermiş. Ne yapmak istediğini bilen bir tasarımcı, öyle detaylar, arkaplanlar çizebiliyor ki saatler hatta günlerce uğraştığını hissettiriyor. Oryantal imgeleri kullanışı, minyatür izleyiciliği Le 110 Pillole’yi farklılaştırdığı gibi alelade bir erotik hikâye olmaktan çıkarıyor.

Etiketler:

Perşembe, Şubat 12, 2009

Klişe Romantizm: The Romantic Flower

The Romantic Flower erotik bir hikâye. Uzaydan gelen bir bitki tohumunun (!) genç bir kıza olan aşkı anlatılıyor. Hikâyeyi uzaylının anlatımıyla (hatta çizgileriyle) izliyoruz. Onun cinselliği keşfi ve salgıladığı kokuyla cezbettiği (büyülediği) kadınlarla ilişkileri hikâyenin erotik gerilimini sağlıyor. Ancak hikâyeye daha çok aşk ve romantizmin hâkim olduğunu söylemek gerekiyor. Hikâyenin yaratıcısı Silvio Cadelo altmış yaşına yaklaşan bir usta artık. Çizgi romana çoğu meslektaşına göre oldukça geç bir yaşta otuzuna doğru başlamış. Fransa’da meşhur olan İtalyanlardan biri. Çizgi romana olan yaklaşımı ister istemez Frankofon estetiğine yakın. Moebius ve Jodorowsky ile kurduğu kişisel ve mesleki yakınlık da bunu göstergesi kuşkusuz. Cadelo sadece erotik çalışmalarıyla hatırlanacak biri değil ama geçen yılbaşında kendi tercihiyle yaptığı erotik çalışmalarından oluşan bir sergi açtığı düşünülürse bu tür çalışmalarına olan ilgiden de memnun görünüyor. The Romantic Flower, Fleur Amoureus adıyla önce Fransa’da yayınlandı. Cadelo’nun yumuşak çizgisi için katlanılabilir bir albüm, romantizm ve aşk ile ilgili soap-opera klişeleri taşıyor ki bu durum Cadelo çizgilerine rağmen çalışmayı vasatın altına çekiyor. The Romantic Flower, türün meraklıları dışında ilgi görecek bir özellik taşımıyor.

Etiketler:

Çarşamba, Şubat 11, 2009

Çizgi roman okur musunuz?


Yurtiçinde ve yurtdışında edebiyat dergileri ruhen en çok beslendiğim, seyahat ederken muhakkak yanıma almak istediğim kitapları sorduklarında, edebiyatın neredeyse klasikleşmiş onca meşhur yapıtının yanı sıra bir de bir çizgi romandan bahsediyorum.

Böylece Doris Lessing, Paul Auster, Iris Murdoch, Joyce Carol Oates, Kazuo Ishıguro, Jose Saramago ya da Türklerden Ahmet Hamdi Tanpınar, Cemil Meriç, Sevgi Soysal, Oğuz Atay, İhsan Oktay Anar, Selim İleri... gibi hep severek okuduğum, yazımda ışığı olan gayet saygın isimleri sayarken arada bir de çizgi roman yapımcısını söyleyiveriyorum. Müdavimleri bilir: Neil Gaiman'ın Sandman serisi. (Şimdilerde piyasaya 1993-1996 arası eski sayıların koleksiyonu çıktı. Tam bir Sandman şöleni oldu.) Bu cevabı alan gazeteciler bazen boş boş bakıyor suratıma, bazen de hayretlerini saklamıyorlar: "Yani siz çizgi roman mı okuyorsunuz?"

"Çizgi roman okuru tiplemesi" tam olarak nedir, kimdir bilemiyorum ama ben o tiplemeye uymuyor olmalıyım ki epey yadırgıyor, inanmaz gözlerle bakıyorlar. "Evet," diyorum, bir kabahat işlemişçesine, yarı mahcup. Bir seferinde bir kadın gazeteci kusurumu mazur görmek istercesine anlayışla gülümsedi: "Tabii çocuklar olunca siz de çizgi filmlere, çizgi romanlara merak saldınız herhalde!" Ama başımı salladım: "Yok öyle değil. Bendeki çizgi roman sevgisinin anne olmamla bir ilgisi yok. Hayal kurmayı seven biri olmamla ilgisi var."

Çizgi roman okuyorum. Hem de nasıl. Senelerdir, büyük bir keyifle, azalmayan bir sevgiyle. Çocukluğumdan kalma bir huy belki de. Yazının çizgiyle buluştuğunu görmek, oradaki hayal gücü, sonsuzluk, sınırsızlık, akışkanlık.... Çizgi romanın dünyası sudur. Dönüşür, akar, her şeyi mümkün kılar. En asosyal çocukların çizgi romana düşkün olmaları tesadüf değildir. Bizim yapamadıklarımızı bizim için çizgi romanlar yapar. Eve kapanır, bir köşeye oturur, dış dünyanın hoyratlığından sıyrılır ve başlarsınız okumaya. Fantastik çizgi romanlar daha ilk kareden sizi alır başka bir dünyaya taşır. Ve bu dünyada süklüm püklüm dolaşanlar, hatta dışlananlar bile çizgi roman dünyasında kahraman olabilir. Yalnız çocukların ruhunun merhemidir çizgi roman. Bunu bilen bilir...

Doğu'nun Batı'yla, geleneklerin moderniteyle, en kadim efsanelerin en gelişmiş teknolojiyle nasıl buluşabildiğini merak ediyorsanız çizgi romandan öte mecra mı var? Kadın ve erkeğin eşitlenebildiği, kadınların da erkekler kadar aktif, yaratıcı ve başat oldukları ender alanlardan biridir çizgi roman. Orada bedenin sınırları, varoluşun sınırları değildir. Irk, cinsiyet, sınıf temelli ayrımcılıklar dışarıda kalır. Hayal gücü herkesi eşit ölçüde kucaklar. Beyin ön plandadır. Düşüncenin gücü. Bu sayede evrensel bir damar yakalar çizgi roman dünyası. Meksika'daki bir delikanlı da Sandman serisini okur, anlar. Lübnan'daki de Rusya'daki de, Çin'deki de... Zengin de anlar orta hallisi de. Kadın okur da anlar, erkek okur da. Ve size bir sır vereyim. Yaş ilerledikçe azalmaz çizgi roman düşkünlüğü. Genci de sever orta yaşlısı da yaşlısı da.

Neil Gaiman, Batı'da edebiyat ve sanat dünyasının çok iyi bildiği bir isim. Bizde de inanılmaz iyi sanatçılar var ama böylesi bir kabul gördüklerinden emin değilim. Popüler kültüre ilişkilendirilmiş bir tanımı var bizde çizgi romancılığın. Daha hafife alınıyor ve bir gençlik özelliği, "geçici bir mevsim" gibi algılanıyor. Başlı başına bir entelektüel dünya, apayrı bir sanat alanı olarak kabul görmüyor henüz. Ama müdavimleri bu önyargıyı umursamıyor. Onlar aralarında eski sayıları bulup değiş tokuş yaparak, koleksiyonlarının üzerine titreyerek okumaya devam ediyorlar. Okumaya ve çizgi romanın evrensel kucaklayıcılığında, önyargısız ve sınırsız kubbesi altında buluşmaya... Bir sır daha: Tekrar dünyaya gelsem, başka bir kabiliyet bahşedilmiş olsa çizgi romancı olmak isterdim.
10.2.2009, Zaman
link

Giardino’nun Sürpriz Sonlu Hikâyeleri

Deadly Alliance (Vacanzi Fatali), Vittorio Giardino’nun tamamı seksenli yılların ikinci yarısında çizilmiş altı kısa hikâyesinden oluşuyor (1989). Hepsi sürpriz sonlu-tutku dolu entrikalar içeren suç hikâyeleri. Girordino’nun tarzı nedeniyle erotizm hikâyelerin gelişiminde ağırlıklı bir yere sahip. Güçlü kadınları var Giardino’nun, cinsel cazibelerini silah olarak kullanıyorlar. Hemen her tuzağın içinde kadınlar var. Giardino, çalışmaları çeşitli dillerde yayınlanan, yayınlandığı ülkelerde de sevilen bir çizgi romancı. À Suivre için çizmeye başladıktan sonra önemli bir popülerlik kazandı. Çalışkanlığı popülerliğini besledi. Sam Pezzo ve Max Fridman serüven dizileri, Little Ego gibi erotik-fantezileri farklı dillerde ve başarılı dergilerde yayınlandılar. Giardino, ülkesindeki yayınlardan hiç kopmayan bir çizer. Bir çok çalışmasını önce kendi ülkesindeki dergilerde kullanıyor. Orient Express, Corto Maltese, İl Mago çalışmalarına yer veren İtalyan dergiler(di). Bu albümde yer alan hikâyeler de Comic Art’da yayınlanmış işlerden. Deadly Alliance, Giardino çizgisini hiç bilmeyenler için iyi bir başlangıç albümü sayılmayabilir. Ancak kısa hikâyelerde kurduğu gerilim ve tek etki üstüne yoğunlaşan kurgusunu incelemek adına başarılı bir albüm.

Etiketler:

Pazartesi, Şubat 09, 2009

Keloğlan ve Ayı Masalı: İlk Resimli Roman (!)

Vefa Semenderoğlu’nun hazırladığı Keloğlan ve Ayı Masalı’nın çarpıcılığı kitabın alt başlığından kaynaklanıyor: Türkiye’nin İlk Resimli romanı yazıyor kapakta. Vefa Semenderoğlu’nun 1992 yılında kendi imkânlarıyla bastırdığı kitap, çocukluğunda dayısı Sedat Doğu’nun kendisi için gün be gün çizdiği bir masala dayanıyor. Semenderoğlu, kitaba yazdığı önsözde şöyle diyor: “Bildiğim kadarıyla, orijinal Türk masalından derlenen ilk Türk resimli romanıdır. Anneannem ve Annem tarafından saklanmış olup, bugün ilk defa çocukların kamu bilincine sunulmaktadır”. Kapağa ilk olma iddiası taşınmamış olsaydı önsözde yer alan bu mütevazı sözler çok daha anlamlı olurdu kuşkusuz. Doğal olarak Keloğlan ve Ayı Masalı, ne ilk resimle anlatılan masal ne de ilk resimli roman… Her şeyden önce Otuzlu yıllarda çizildiği anlaşılan (Latin alfabesi kullanılmış) anlatı ilk olamayacak geç bir tarihte üretilmiş. Bu doğru olmayan iddiasına karşılık Keloğlan ve Ayı Masalı’nın ilginç birkaç özelliğinden bahsedilebilir. Kitabın üreticisi olan Sedat Doğu, Cemal Nadir’in de hocalığını yapmış. Kısa yaşam öyküsüne bakılırsa Bursa Lisesi’nde Resim ve Matematik Öğretmenliği yapmış Sedat Doğu. Öğretmen-Öğrenci ilişkisinin mahiyeti hakkında ayrıca bir bilgi verilmemiş. Hatırlatalım: Keloğlan ve Ayı Masalı çizildiği tarihlerde Cemal Nadir profesyonel olarak Babıâli’de çizerlik yapıyordu. Keloğlan ve Ayı Masalı, Halkbilimcilerin ilgisini çekebilir, Sedat Doğu’nun tipik Keloğlan masalı olarak başlayıp güncele (Otuzlu yıllara) taşıdığı bir anlatı bu. Dağınık bir kurgusu var, çizgi oldukça nahif. Son not: Kitabı yayınlayan Vefa Semenderoğlu Galatasaray Lisesi Müzesi Müdürlüğü de yapıyordu.

Etiketler:

Moğol

Şenel Yeşilot
link

Etiketler:

Pazar, Şubat 08, 2009

Köyceğiz'de dünyaca ünlü bir sanatçı

Ünlü çizer 53 yaşındaki Philippe Harchy ile 43 yaşındaki eşi Jacqueline Harchy, 15 yıl önce Türkiye'yi gezerken Muğla'nın Ula İlçesi'ne bağlı Akyaka Beldesi'ne hayran kaldı. Ülkesine döndükten sonra da kendilerine Akyaka ismini anımsatması için Aky- Aka adlı şirketi kurdu. Yanında çalıştırdığı 30 ressam ile çizgi roman karakterlerini kitap haline getiren Philippe Harchy, Walt Disney tarafından keşfedilince de Amerika'ya çağrılarak şirketle çalışmaya başladı. Philippe Harchy, tüm dünyada yayımlanan Pokemon, 101 Dalmaçyalı, Tarzan ve Jane, Notre Dame'ın Kamburu, Herkül ve Cinderella gibi çizgi roman kahramanlarını çizdi. Çizgi romanları kapışılırken Philippe Harchy ve eşi Jacqueline'nin aklı Türkiye'de kaldı. Sonunda aile dayanamayıp 3 yıl önce de sessiz ve sakinliğini çok beğendiği Köyceğiz'e yerleşenti. Philippe Harchy, o zaman 7 yaşındaki oğlu Hugo'yu da Türk okuluna gönderdi. Hugo 3 yıldan bu yana Türkçe okuduğu için artık Türk kadar olmasa bile meramını anlatacak kadar Türkçe de öğrendi. Köyceğiz'e yerleşmekten son derece memnun olduğunu belirten Philippe Harchy, “20 yıl boyunca çizgi roman kahramanlarını çizdim. Ama Türkiye'ye gelip buradaki eski konakları görünce hayran kaldım. 15 yıl önce ilk Akyaka'ya geldiğimizde bu bölgeye yerleşmeyi kafama koymuştum. Köyceğiz'de yaşamak gerçekten çok güzel. Her tarafa, özellikle de havaalanına yakın olması nedeniyle Köyceğiz'i tercih ettik. Arazi alıp kendi çizimlerimle iç dizaynı ve bahçedeki kameriyeyi yaptırdık. Bütün hayalim, eski bir konak alıp onu restore ederek içinde oturmak” dedi. Ağaç oyma işlerinin çizimlerini kendini mutlu etmek adına yaptığını, ama asıl parayı hala çizgi romanlarından kazandığını kaydeden Philippe Harchy, “Şu anda eşim ile birlikte Pokemon'u çiziyoruz. Ben ön çizimi yapıyorum, eşim bunu bilgisayarda düzenliyor. Sonra da şirkete gönderiyoruz” diye konuştu. Jacqueline Harchy ise Köyceğiz'in dünyada eşi benzeri bulunmayan güzellikte olduğunu belirterek, “Hiç boş zamanım olmuyor. Evde çizim yapıyorum ama dışarıya çıkıp çevreyi gezmek için de can atıyorum. Çok güzel dostlarımız var. Türkiye'de ve özellikle de Köyceğiz'de olmaktan çok mutluyuz” dedi. 10 yaşındaki Hugo da anne ve baba mesleğini devam ettireceğe benziyor. Çünkü Hugo'nun da savaş, ejderha, balık veya insan figürlerini içeren çok sayıda çizimi bulunuyor [Kaynak: DHA, Mustafa SARIİPEK/KÖYCEĞİZ, Muğla]

Cumartesi, Şubat 07, 2009

Bilal Nasıl Çiziyor Videosu...

İlginç bir video...
bkz

Cuma, Şubat 06, 2009

Varenne Hikâyeleri

Alex Varenne 1939 doğumlu. Çizgi romanı düşünmemiş başlangıçta, sonra yaptığı çalışmaları yayınlatmamayı tercih etmiş. En sonunda da muhtemelen geçim sıkıntısıyla mahlas kullanarak çalışmaya başlamış. Bu kadar düşünmesine ya da sıkıntı çekmesine neden olan şey öyküleri ve çizdikleriymiş. Varenne, Frankofon çizgi romanında adı erotizmle özdeşleşmiş çizerlerden. Bizde de bölük-pörçük, sansürlenerek yayınlanan Erma Jaguar çalışması ismiyle birlikte hatırlanan en ünlü çalışması. Carré Noir sur Dames Blanches albümü kısa öykülerinden oluşuyor. Beş ayrı öyküyü tamamlayan, öykülerde yer alan tiplemeleri ve kimi ayrıntıları yeniden yorumlayan bir final öyküsüne de sahip. Erotik öykü anlatmanın zorluğu pornografik anlatıyla olan kaçınılmaz yakınlıktır. Varenne öyküleri özgün hallerinde Türkiye’de yayınlanamaz ama bu öykülerini pornografik yapmıyor elbette. Varenne doğal olarak sex-oriented bir bakışa sahip ama olağanüstü nitelikli, arzudan patlayacak, her zaman hazır ve nazır kadınları ve erkekleri anlatmıyor. Gerçekçi, şaşırtıcı ve bazen gizem dolu bir hikâyenin içine erotizm katıyor, cinsel ilişkiyi açıklıkla çizmesi çoğu ülkede “pornografik” sayılmasının nedeni. Carré Noir sur Dames Blanches albümünü özellikle kılan ise aristokrasiye-doymaz-bencil kural tanımazlığa yönelik eleştirellik. Her zaman taraf gibi durmuyor elbette, hatta bazen kendini denetleyemeyen cinsel iştahın-fantezilerin açmazlarını da anlatıyor. Bunu gösterirken ahlakçılık yapmıyor. Sex-oriented baktığı için hayata tercihinin ticari olarak görülmesi doğal. Öyküleri, tiplemeleri, onların duygu olarak öne çıkan tepkileri birarada düşünülürse hakkında şöyle bir yorum yapılabilir: Varenne, insanların asıl duygu ve eylemlerin mutlaka cinsellikle ilgili olduğuna inanıyor.

Etiketler:

All-TIME Graphic Novels



Berlin: City of Stones by Jason Lutes (Drawn & Quarterly; 2000)

Blankets
by Craig Thompson (Top Shelf; 2003)

Bone
by Jeff Smith (Cartoon Books; 2004)

The Boulevard of Broken Dreams
by Kim Deitch (Pantheon; 2002)

The Dark Knight Returns
by Frank Miller (DC Comics; 1986)

David Boring
by Daniel Clowes (Pantheon; 2000)

Ed the Happy Clown
by Chester Brown (Vortex; 1989)

Jimmy Corrigan: The Smartest Kid on Earth
by Chris Ware (Pantheon; 2000)

Palomar: The Heartbreak Soup Stories
by Gilbert Hernandez (Fantagraphics Books; 2003)

Watchmen
written by Alan Moore / drawn by Dave Gibbons (DC Comics; 1986)

Etiketler:

Habibi

Craig Thompson, Habibi adlı Müslümanlıkla ilgili bir grafik roman üzerinde uzun süredir çalışıyor.
blog sayfası için bkz

Blankets





Blankets, Craig Thompson’un (d.1975) önemli ödüller kazanmış grafik romanı. Gerçi kapakta, “illustrated novel” yazmayı tercih etmiş. Amerika için bilinen anlamda comics anlayışından farklı olduğunu gösterebilmek için sıklıkla başvurulan grafik roman nitelemesinden bile uzak durmak istemiş anlaşılan. Blankets, otobiyografik nitelikli çalışma, Eisner ve Harvey başta olmak üzere pek çok önemli ödülü hak ederek kazandığını söyleyebilirim. Hemen tüm hikâye soğuk kış günlerinde (Battaniye ismi boşuna seçilmiş değil) geçmesine rağmen çok sıcak bir dili var. Thompson, köktenci bir Hıristiyan ailede büyümüş, onun büyüme serüveni, ailesi ve kardeşiyle olan ilişkileri, din ile seküler hayatın çelişkileri, âşık olması, iyilik ve kötülükle ilgili çekincelerini anlatıyor. Çizgi romanın endüstri olduğu her ülkede yayınlandığını ve çok sevildiğini söylemek gerek. Siyah beyaz olan albüm, 600 sayfaya yakın bir kalınlıkta. İlk sayfalarla hikâyenin ikinci yarısı karşılaştırıldığında Thompson’un çizgisinin olgunlaştığı, sayfa düzenlenmesinin, görsel göndermelerinin zenginleştiği görülebiliyor. Bazen öyle bir sayfa resmediyor ki, uzun uzun seyrediyorsunuz. Amerikalılar, en iyiler listesi yapmaya pek meraklıdırlar. Blankets’i bütün zamanların en iyi 10 grafik romanından biri olarak seçmişler. Hiç de abartılı değil, bu görülüyor...

Etiketler:

Perşembe, Şubat 05, 2009

Legends II

M. Korkut Öztekin
link

Etiketler:

The Model





Amerika’da, Avrupalı erotik çizgi romanların yayınlandığı Eurotica dizinden çıkmış bir albüm The Model. Manara çizgilerini seviyorsanız hele, özellikle görmeniz gereken bir estetik zenginlik içeriyor. Çağlar boyunca sanatçılara modellik eden kadınlar temel alınmış, onlardan birine de ithaf edilmiş. Albüm, klasik olmuş resimlerin çizildiği anları, ressam ile modeli bir arada betimleyen ilüstrasyonlara dayalı. Bir farkla: Bütün modeller, Manara kadınları olarak varlar. The Model, bir kısmı çift sayfada kullanılan altmışa yakın ilüstrasyondan oluşuyor. Kimi yorumlar gerçekten çarpıcı, Picasso’nun ilk yorumu örneğin bir başkalık taşıyor, tarama ucuyla yapılmış iyi bir sentez.

Etiketler:

Çarşamba, Şubat 04, 2009

Kırdar’ın Dini Hikâyeleri

Tercüman Çizgi-Roman, 16 Mart-14 Nisan 1990 tarihleri arasında gazeteyle birlikte verilen 16 sayfalık bir çizgi roman ilavesi. Renkli ve gazete kâğıdına basılan ilave 16 sayı sürmüş. İsmet Kırdar’ın Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre ve Eyüp Sultan gibi altmışlı yılların ikinci yarısında yayınlanan çizgi romanları ile Erol Abasız’ın o dönem çizildiği anlaşılan Sunguralp, Ulubatlı Hasan, Selahattin Eyyubi, Hızırı Arayan Padişah türü çalışmaları ilavenin içeriğini oluşturuyor. Bunların dışında İsmet Kırdar’ın çalışmalarının hemen altında küçük kutucuklar içinde dini hikâyeler-meseller de kullanılmış olması ilavenin genel içeriği hakkında bir fikir verebilir. Türkiye’de tarihi çizgi romanların İslami eğilimlerle ilişkisi daima mesafeli olmuştur, seküler bakışın anlatılara hâkim olduğu rahatlıkla söylenebilir. Tercüman Çizgi-Roman, bu genellemenin dışında bir tavra sahip, öncelikle belirgin bir İslami tonu var, şöyle de ifade edilebilir: Milliyetçilik dahi İslam kadar kendini hissettirmiyor. İsmet Kırdar’ın özenli deseni ve çinileme maharetine karşın Erol Abasız oldukça zayıf bir desene, kalın ve savruk taramalara sahip. Sahne kurmakta çoğunlukla zorlanıyor, büyük bir süratle çiziyor. İlavenin tek özelliği Kırdar’ın o tarihten yirmi yıl kadar önce tefrika edilmiş dini hikâyelerini bir araya getirmiş olması.

Etiketler:

Max Friedman'ın Şark Kapısı

(...) Casusluk edebiyatında sevilen konulardan biri olan adam kaçırmanın işlendiği Şark Kapısı, hikâyedeki Türk imajları nedeniyle eleştirilebilirse de, mekân olarak Türkiye’yi seçen yabancı çizgi romanlar içinde en başarılı çalışmalardan biridir. İstanbul’un oryantalist geleneğe uygun olarak egzotik bir arkaplan olarak kullanıldığı hikâyede, maceranın ana karakterleri İstanbul’daki insan avına taraf olan yabancı casuslar ve hikâyenin zoraki kahramanı Friedman’dır. Giardino Şark Kapısı’nı, hikâyenin kahramanı Friedman’ın başarısızlığı ile sonuçlandırır. Çizgi romanlarda pek rastlanmayan bu son, hikâyenin gerçekçi anlatımına uygun olduğu gibi, Friedman’ın kişiliği ile de uyumludur. Gerçek dünyada, Friedman gibi iyiniyetli, romantik idealistlerin kazanma şansları yoktur.
link

Salı, Şubat 03, 2009

Animal Pirates



Özgür Kurtuluş'un yazıp Ozan Küçükusta'nın çizdiği Animal Pirates, yurt dışında Macaristan National Geographic Kids'te yayınlanıyordu. Kriz nedeniyle ara verilen çalışmanın yakın zamanda devam edeceğini düşünüyoruz. Çizgi romanın tanıtım broşüründen aktaralım:



Bazı insanlar dünyamızı kirletiyor. Yerküre'nin kaynaklarını hızla tüketerek gelecek nesillere daha zor bir yaşam bırakıyor. Daha fazla kazanç elde etmek için hayvanların soylarını tüketiyor ve ağaçları yok ediyor. İnsanların bu duyarsızlığı karşısında artık bir güç var. Dünyayı bu yıkımdan kurtarmak için elbirliği vererek çalışmaya başladılar. Doğayı kirleten, kaynakları tüketen, hayvanları ve bitkileri yok eden insanlara karşı: Korsan Hayvanlar!
Hikayemiz Korsan Hayvanlar'ın üçü üzerine kurulu: Korsan kedi Raska, korsan köpek Whoop ve korsan kurbağa Bulgen. Korsan gemileriyle Dünya üzerindeki denizleri, nehirleri, adaları ve kıyıları dolaşıyorlar. Her bölümde farklı bir macera yaşıyorlar. Eğlenceli, ilginç, eğitici maceralarında Yeryüzü'ne zarar veren insanlara engel olmaya çalışıyorlar. "

Pazartesi, Şubat 02, 2009

Hayvanat Bahçesi



Ağustos ayında çocuklar hep mutlu olurdu. Özellikle de ayın yirmi üçünde. Şikago bölgesine, her yıl olduğu gibi, altı saatlik ziyaret amacıyla Profesör Hugo’nun Gezegenler Arası Hayvanat Bahçesi’ni taşıyan büyük, gümüşümsü uzay gemisi de işte o gün inmişti. Böyle zamanlarda, günbatımından önce hem çocukları hem de yetişkinleri içeren uzun kuyruklar oluşurdu. Her biri elindeki dolarlarını sıkıca kavramış durumdaydı. Profesörün bu sene hangi ırktan garip yaratıklar göstereceği merakla beklerlerdi.Daha öncekilerinde Venüs’ten gelen üç bacaklı yaratıklarla, Mars’tan gelen uzun ince adamlarla ya da daha uzak yerlerden gelme yılana benzer ucubeler sergilenmişti. Bu yıl ise, Şikago’nun tam dışındaki üç şehirlik koca park alanındaki zeminin üstüne, büyük ve yuvarlak uzay gemisi yavaşça yerleşirken, geminin kenarları kalabalığın aşina olduğu parmaklıklı kafesleri göstermek için yanlara doğru açılmaya başlamıştı. Bu kafeslerin içinde hızlı hareket eden ve yüksek oktavlı sesler çıkartarak sürekli konuşurmuş gibi yapan, küçük, karabasan ile at arası hayvanlar bulunmakta idi. Profesör Hugo’nun ekibi, dünya vatandaşlarının paralarını çabucak topladılar. Hemen sonra, çok renkli, gökkuşağımsı pelerini ve silindir şapkasını giymiş olan sevgili Profesörün kendisi geldi. Mikrofona “dünya halkı” diye seslendi.



Kalabalığın gürültüsü kesilince konuşmasına devam etti.



“Dünya halkı, bu yıl sizin bir dolarınıza karşılık görüyorsunuz ki, sizlere büyük masraflarla Uzayın bir milyon yıl uzaklığından, az bilinen Kaan gezegeninin at-örümcek halkını getirdim. Gelin toplanın ve onlara bakın… Onları inceleyin, dinleyin. Arkadaşlarınıza bunlardan bahsedin. Ama acele edin! Gemimiz burada sadece altı saat kalacak.”



Atları andıran ama kafeslerin duvarında örümcekler gibi dolaşıveren bu garip yaratıklardan ürkmüş ve büyülenmiş halde kalabalık yavaşça gezmeye başladı.



“Bu gerçekten de bir dolara değer” diye adamın bir bağırdı. “Hemen eve gidip karımı da getireceğim.



***



“Artık gitmeliyiz ama gelecek sene yine aynı zamanda geri geleceğiz. Eğer hayvanat Bahçemizden memnun kaldıysanız, diğer şehirlerdeki arkadaşlarınıza telefon ediniz. Yarın New York’a, gelecek haftalarda da Londra’ya, Paris’e, Roma’ya, Hong Kong’a ve Tokyo’ya gideceğiz. Sonra diğer dünyalara!”



Hepsine el saldı. Gemi yerden yükselirken, dünya halkı bu seferki hayvanat bahçesinin en iyisi olduğu konusunda hemfikirdi.



***



Yaklaşık iki ay ve üç gezegen sonra, Profesör Hugo’nun gümüşümsü büyük gemisi Kaan’ın meşhur sivri tepeleri üzerine indi. Garip at-örümcekler kafeslerinden hemen dışarı çıktılar. Profesör Hugo onlara birkaç şey söyledikten sonra, yaratıklar, kayalar arasındaki evlerine dönmek üzere çeşitli yönlere dağıldılar. Bu evlerden bir tanesinde dişi-yaratık, erkeklerinin geri dönmüş olduğunu görerek sevindi ve havalara sıçradı. Garip bir dille hoş geldin diyerek, onlara sarıldı.



“Çok uzun zaman oldu gideli. Nasıl iyi miydi?”



Erkek-yaratık başını salladı.



“Özellikle küçük çok hoşlandı. Sekiz gezegen ziyaret ettik ve birçok şey gördük”



Küçük olanı, mağaranın duvarlarında koşuştu.



“Dünya denen gezegen en iyisiydi. Yaratıklar derileri üzerine giysi giyiyor ve iki ayak üstünde yürüyorlardı.”



“Ama tehlikeli değil miydi?” diye dişi-yaratık sordu.



“Hayır” diye eşi cevapladı. “Onlardan bizi korumak için parmaklıklar vardı. Biz gemide kaldık. Gelecek sefer sen de bizimle gelmelisin. Ondokuz komaka gerçekten değer”



Küçük olanı, doğruladı: “Şimdiye kadar ki en iyi Hayvanat Bahçesiydi”



Edward D.Hoch’un Zoo adlı öyküsünden çeviren Sadi Konuralp.

Mohican

Şenel Yeşilot
link

Etiketler:

Cehennem Yolu



Cehennem Yolu (Road to Perdition) aynı adla sinemaya da uyarlandı, izlemiş olabilirsiniz. Max Allan Collins’in yazıp R.Piers Rayner’in çizdiği albüm, Amerika’da mainstream comics anlayışının dışında bir grafik roman. Anlatım dili ve yaklaşım itibarıyla edebiyat ve sinemaya daha yakın. Veya şöyle söylenebilir: Godfather sonrasında suç dünyasını anlatan filmlere ve suç sosyolojisi-tarihinden etkilenerek biçim değiştiren mafya romanlarının başarılı bir sentezi. Kendini okutan ve gerilimi düşürmeyen bir kurguya sahip. Mafya adına cinayet işleyen, “Melek” lakabıyla tanınan bir tetikçinin kendisini gözden çıkaran patronlarına karşı verdiği savaş anlatılıyor. Küçük oğluyla kaçmak zorunda kalan Melek, karısının ve bir diğer oğlunun intikamını alıyor. Otuzlu yıllardaki sosyal düzen ve suç dünyası, önemlice bir kısmı gerçek olan gelişmelerle bir arada işleniyor. Hikâye gerçekçiliği nedeniyle foto-realistik çizgiler kullanılmış. Dönemle ilgili görsel arşivden faydalanıldığı da anlaşılıyor. Yayınevinin açıklamalarını doğru kabul edersek Cehennem Yolu’nun çizimi dört yılda tamamlanmış. Doğrusu bu iddiaya rağmen çizgilerin albümün zaafı olduğunu söylemek gerek. Tiplemeler o kadar farklı yüzlerle çiziliyor ki örneğin Melek en az yedi farklı yüzle sayfalarda yer alıyor. Benzetememe acemiliği ister istemez yüzünden “bu kim?” diye bakıyoruz. Böylesi bir deneyimsizliğe rağmen albümün gösterdiği başarı, “çizgi romanda önemli olan hikayedir” iddiasını akla getiriyor. Elbette ne anlattığı hatırlanmayan, çizgileri konuşulan ünlü albümler de vardır. Cehennem yolu, hikâyesiyle kendini gösteren albümlerden. Max Allan Collins farklı mecralarda “isim” olmayı bu yüzden başardı [Levent Cantek].

Etiketler:

Pazar, Şubat 01, 2009

Henri Duval

Süpermen'in yaratıcılarından tarihi bir çalışma (Fatih Okta'ya teşekkürler)

Kırmızı Elma



Kırmızı Elma, okul öncesi çocuklar için hazırlanmış bir kitap. YKY, Doğan Kardeş Kitaplığından çıkan çalışma Feridun Oral’ın imzasını taşıyor. Oral’ın farklı çalışmalarıyla kıyaslandığında Kırmızı Elma en başarılı albümü olarak gösterilebilir. Bir kış günü, kar yağışı altında, karnı acıkan bir tavşanın bir dalın ucunda gördüğü kırmızı elmayı alabilmek için gösterdiği çaba anlatılıyor. Okul öncesi kitaplardan beklenen tekrarlar ve sevimlilik başarıyla düzenlenmiş. Dayanışma, hikayenin leitmotifi. Oral, gerçekten çok iyi çizmiş albümü. Sadece betimleyen değil yeniden baktıran bir ustalık göstermiş.



Etiketler: