Çarşamba, Nisan 29, 2009

Sıkıcı...


The Spirit, Türkçe’de hiç yayınlanmadı. Meraklı bir azınlık dışında okunduğunu da sanmıyorum. Öyle ki genç Amerikalı okuru da bu yargıya ve bilinmezliğe dahil edebilirim. Frank Miller’in The Spirit uyarlaması yapacağını duyduğum ilk günden bu yana kötü bir filmle karşılaşacağımı biliyor, yanılmayı istiyordum. Miller bana hep yumrukları sıkılı dolaşan birini çağrıştırır, hep haklı olduğunu düşünen bir “erkek”, bir “delikanlıdır”. Şöyle ifade etmek belki daha doğru, mizah ile Miller’ı yan yana düşünemiyordum. İntikamın güzelliğiyle ilgili sayısız sayfa anlatmış birinin, Eisner gibi güleç bir adamın dünyasına nüfuz edemeyeceğini biliyordum, nitekim haklı çıktım. Gecikerek de olsa Sin City’yi seyrettim ve hemen her sahnesinde oflayıp pufladım. Dikkat ederseniz, filmin sinematografik bir hayal kırıklığı olduğundan söz etmiyorum. Kadronun kullanılamaması, senaryo zaafları, entrika eksikliği vs vs… Bir çizgi roman uyarlanır da bu kadar mı başkalaştırılır, bu denli mi anlaşılmaz bir hale getirilir demek istiyorum. Seyrettiğim en kötü çizgi roman uyarlamalarından biri…

Etiketler:

Salı, Nisan 28, 2009

Meşale...

Meşale İnsanlar (Büyülü Rüzgâr 75) güçlü çizgilere sahip. Tram ve gri tonların kullanıldığı flashback sahneleri hikayeyi başkalaştırıyor. Öte yandan Manfredi senaryolarının tipik sorunu yine tekrarlanıyor: “Bir yirmi sayfa daha istiyorum”. Muamma ve finali güçlendiren merak uyandırıcı muğlaklık yine birdenbire hızlandırılmış. O kırık aşk hikâyesini derinleştirmek yerine “katil benim” diye ortaya çıkan birini göstermek tercih edilmiş. Oysa katilin hezeyanları, pişmanlığı, örtbas etme arzusu ve siyasi çekişmesi belirginleştirilebilirmiş. Veya evlilik için tercih edilen kadının hisleri öne çıkartılabilirmiş (oysa anlatıda hiçbir değeri yok kadının). Elbette seçmek yaratıcının işi. Her hikâye farklı tercihlerle biçimlenebilir, benim takıntım finaldeki sıkışmadan duyduğum rahatsızlık. Daima geri dönüyor ve şu sahneler anlatılmayabilirdi yapıyorum ve Büyülü Rüzgâr’la ilgili ilk kez yazmıyorum bunu. İnsanların geçmişte işledikleri büyük günah yüzünden içten içe-karşı konmaz biçimde yanmaları fikir olarak ilginç. Vudu ritüeliyle ilişkilendirilmesini gereksiz bir mantık dayatması saymak gerek, o da ayrı bir konu. Başa dönersem, siyahın maharetle kullanıldığı birbirini izleyen sayfalar ve güzel kareler var. Hikâye, gotik nitelikleriyle çizeri cezbetmiş, severek çizmiş.

Etiketler:

Özgür Ruh

Çarpışma'nın Metallica tişörtlü kahramanı Burak, "kriz zamanlarında" Türkçe müzik dinliyor ve kaçınılmaz olarak ağlıyor. Neşeyi yabancı müzikle, hüznü ve "derinleri" daha yakından birşeylerle bulması manidar elbet. Burak, yine balkona çıkmış, kulaklıktan dinlediği müziğe dalmış, çok geçmeden ağlayacak. Dinlediği şarkı, Baba Zula'nın "Özgür Ruh" şarkısı...Alaturka havası ve ironik sesi hesaba katarsak, sahneyi koyu bir dramatik yoğunlukla okuyamıyoruz. Geçerken değineyim, bir sayfa önce Replikas'ın "Bahar" şarkısına da ağlamış Burak...

Etiketler: ,

López’in Cadıları

Francisco Solano López 1928 doğumlu Arjantinli bir usta. Çizgi romana ülkesinde başlamış, Arjantin çizgi romanında önemli bir bilim kurgu klasiği olan El Eternauta’yı ünlü yazar Hector German Oesterheld ile birlikte üretmişler. Çalışmanın bu denli ses getirmesinde ülkenin sorunlarıyla ilgili alegorik göndermeler içermesi etkili olmuş. Lopez’in İspanya’ya gitmesinde olası bir hapis cezasının etkili olduğu söyleniyor. López, İspanya’da İngiliz Ajansı Fleetway Publication için çalışmaya başlamış. Öyle ki altmışlı yıllardan yetmişlerin ilk yarısına kadar Britanya çizgi roman dünyasında çok sayıda López çalışması yayınlanmış. López 1959’da geçtiği Londra’dan ülkesine 1976 yılında dönmüş. Ricardo Barreiro’nun yazdığı yeni bir bilim kurguya Slot-Barr’a başlamış, ünlü çizgi roman senaristi Carlos Samapayo’nun yazdığı polisiye dizisi Evaristo yine bu dönemki üretimlerinden. López, doksanlı yıllarda erotik çizgi romanlara yoğunlaşıyor. Lilian ve Agatha iki cadı kız kardeşin erotik hikâyelerini anlattığı Young Witches bu dönem çizgi romanlarından en popüler olanı. Senaryosunu yine Barreiro’nun yaptığı çalışma Viktorya İngilteresi’nde geçiyor. Dönemin popüler isimleri, bilim adamları ve hatta roman kahramanları iki kız kardeşin hayatına giriyorlar. Örneğin Conan Doyle’un Sherlock Holmes’u büyük kız kardeşin sevgilisi ve hemen her hikâyede anahtar bir rol alıyor. Dr.Jeckyll-Mr.Hyde, Freud, Karındeşen Jack gibi isimler hikayelerde görülen diğer ünlüler. López, çalışmada karakalem kullanarak bir farklılık yaratmış, çini mürekkebini tonlamalarda tercih etmiş, gerçekten güçlü bir deseni var. Çizgileri çarpıcı, kadınların resmettiği her kare erotik bir gerilim taşıyor. Pornografik bölümler bile López’in çarpıcı çizgileriyle teenage sığlığına düşmüyor. Türün meraklıları için elde edilmesi gereken bir albüm Young Witches.

Etiketler:

Lucius'un Dönüşümü

Kabalcı Yayınevi, Başkalaşımlar-Altın Eşek adı altında bir Latince klasiği yayınlandı. Kitabın yazarı Madauruslu Apuléius dilbilgisi-edebiyat, retorik ve felsefe eğitimi görmüş, Atina, Roma, Samos, Hieoropolis ve Kartaca'da okumuş, yazmış, konuşmuş ve gezmiş bir feylosof. Başkalaşımlar-Altın Eşek (Metamorphoses) onun en ünlü-bugüne kalan kitabı. Ahlâk kuralları, kozmoloji, teoloji, simya, büyü, kadın-erkek ilişkileri hakkında çeşitli hikâyeler, şiirler, yergiler ve konuşmalardan oluşan kitaptaki ana eksen eşeğe dönüşen Lucius adlı Romalı bir gencin başından geçenler. Çiğdem Dürüşken tarafından Latinceden Türkçeye çevrilen kitap –yazıldığı dönemin özelliklerini taşıyarak- dağınık yapısına rağmen eğlenceli içeriği sahip. Çizgi roman dünyası ise kitaptan Manara sayesinde haberdar oldu. Doksanlı yılların sonunda Bruno Lecigne uyarlamasıyla La métamorphose de Lucius (ing. The Golden Ass, or Lucius Metamorphosis) adıyla yayınlanan çalışma kısa süre içerisinde farklı dillerde yayınlanarak ses getirdi. Manara’nın yakın dönemlerdeki en iyi albümü olan, ona şöhret kazandıran mizahi-satirik ve erotik işlerini hatırlatan –ya da onların bir tür devamı olarak gözüken çalışmanın Türkçede yayınlanabileceğini düşünmüyorduk. Yayınlansaydı bile mutlaka sansürlenerek çıkabilir, o haliyle bile “resmi makamların” tepkisini çekebilirdi. Lâl Kitap, bizi şaşırtan bir sürpriz yaparak albümü poşet içerisinde olmakla birlikte sansürsüz yayınladı. Yayıncının göz aldığı risk ve cesaret gerçekten takdire şayan. Lucius’un Dönüşümü adıyla yayınlanan albüm sırf bu nedenle başka bir ilgiyi hak ediyor. Kişisel olarak beni de daha çok bu süreç ilgilendirdiği için çeviri ya da içerikle ilgili yorum yapmak istemiyorum. Yine de arka kapakta yazılan son cümlenin okur okumaz beni rahatsız ettiğini söylemeden edemeyeceğim. Şöyle yazılmış: “Latin fonlu tual, 18.Yüzyılın ayırdığı iki karakter arasındaki ilginç bir diyaloğa şahit oluyor”. Doğal olarak “18.Yüzyıl” vurgusu ilgimi çekti, yanlış yazılmış; burada Manara ile Apuléius’un yaşadığı yüzyıllar arasındaki fark olarak onsekiz yüzyıldan bahsedilir. Karakter demek de yanlış olmuş, Manara ile Apuléius’tan söz edildiği için “kişilik” demek gerekiyor. Ve son olarak cümlenin kendisi de garip. İngilizcesi'nde arka kapak yazısı şöyle bitiyor, meraklısına: “On that Latin base cloth is woven a fascinating dialog between two personalities separeted by eighteen centuries.

Etiketler:

Çarpışma-7 Fark

-İpek, aşka alışkındır…Burak, alışkanlığa aşıktır…
-İpek, ilişkinin arzu nesnesidir. Burak, ilişkinin gizli öznesidir.
-İpek, gerçeği didikleyen bir analizcidir. Burak, sanal alemlerde kaybolmayı sever.
-İpek, “aldatma” der. Burak, “kaçamak” der.
-İpek, çok hayranı olan tekeşlidir. Burak, tek kişiye hayran bir çokeşlidir.
-İpek-mastürbasyon ilişkisi muammadır. Burak, ne olursa olsun, ara ara “otuzu” ihmal etmez.
-İpek, adını hayattan alan bir melek karakteridir. Burak, adını melekten alan bir hayat adamıdır.
Vedat Özdemiroğlu, Uykusuz, 20 Ağustos 2008.

Etiketler:

Deli Gücük Söyleşisi

(...) Once hikâye ve senaryo sureci gelisti. Çizerlere uygun olan hikâyeleri seçerek, uretim surecinde birebir çalistik. Çizerlerden sadakat de bekledik onlara ozgun yorumlar yapabilmelerine de olanak tanidik. Ben bu uretim surecinin sagaltici bir deneyim olarak dusunuyorum. İnsanlar urettikçe kendilerini gelistirir ve ogrenirler. Saniyorum Deli Gucuk yazmak ve çizmek herkese iyi geldi. Mutlu oldular. Birlikte çalistikça kolektif uyumun arttigina da inaniyorum. İleride hemen herkes geriye donup bugunlere baktiginda albumu mutlulukla hatirlayacaktir (...).
Hayal Saati ile Deli Gücük albümü hakkında röportajdan....
link

Etiketler:

Pazartesi, Nisan 27, 2009

Gon: Vatansız ve Efendisiz

Masashi Tanaka’nın yarattığı Gon’un herhangi bir hikâyesi bittiğinde aklınızda öfke ve korku duyguları kalıyor. Gon için Tanaka’nın “cool dinozoru” deniyor, O’nun bir punk ya da anarşist olduğu iddia ediliyor; Gon’u Japon olmayan kimse tam anlayamaz diyen de çıkıyor. Sonuçta hepsi bir iddiadır ama farklı yorumlara açık bir metin olması çalışmanın başarısını gösterir. Doğada her canlı yaptığı her eylemi yaşama içgüdüsüyle yapar. Gon, yaşaması mümkün olmayan bir tür olarak oradadır ve doğa kanunun istisnasıdır (yıkıcı bir azınlıktır). Onu güdüleyen yalnızca yaşama içgüdüsü değildir. Rekabet duygusu taşır, güçler hiyerarşisine öfke de duyar. Ormanın tüm dengesini bozacak kadar delice bir gücü vardır. Bunu tahakküm kurmak için değil canı istediği için yapar. Yarını değil o anı yaşamaktadır; öne çıkmak, öncü olmaktan çok bir grubun parçası olmayı, o grubun doğal güç dengesini bozan öfkesine (veya intikamına) katılmayı yeğler. Öfkeli bir seyyah olarak havyanlar âleminde dolaşır. Kibir gösteren-tahakküm kuran her canlıya misliyle karşılık vermek için seyahat ediyor gibidir. Gon’un gelecek tahayyülü yıkıcı yaratıcılığından çıkmaktadır. Her eylemi doğa kanunlarını değiştirecek niteliktedir; yaptıkları büyük bir gösteri niteliğindedir. Gon’un punk edebiyatına yakınlığı, yıkıcı yaratılığından ve patlayan öfkesinden gelmektedir. En mutlu olduğu anlar, kendisini uğruna savaştığı diğerlerinin bir parçası olarak gördüğü zamanlardır. Penguenlerle birlikte yürür, kartal yavrularıyla bir arada uyur vs… Gon vatansız ve efendisiz bir Samuraydır. [Konuşma balonunun kullanılmadığı Gon hemen tüm Avrupa ülkeleri gibi Türkiye’de de yayınlanmıştır.]

Etiketler:

Ya Konuşursa

The Talking Head (Le Bavard) için Paolo Baciliero’nun uluslararası başarı kazanmış tek albümüdür denilebilir. 1965 doğumlu Baciliero çizgi romana 1982 yılında başlamış, Manara’nın asistanlığını yapmış olması üretimlerinin ne yönde geliştiğinin de bir göstergesi elbette. İtalyan kökenli olmasına karşın çizgi roman anlayışı frankofon biçemine daha yakın. Adult kategorisinde çıkan The Talking Head albümü ise yetmişli yılların Türkiye’de de pek meşhur olan seks komedilerini andırıyor. Victor adlı genç bir adam bir sabah tuvalete gittiğinde erkeklik organının konuşmaya başladığını görüyor. Hikayeye adını veren mizah da buradan çıkıyor. Porno mafyasının (!) peşine düştüğü Victor ve konuşan penisinin başından geçen badireler, araya serpiştirilmiş bir aşk hikayesi ve sürekli aksiyon hikayeyi okunur kılıyor. Baciliero'nun ustası Manara’yı andıran kare içi düzenlemeleri var, çiniyi kullanırken yine ustasına kıyasla daha kalın konturlar kullanıyor ama bütünlüklü olarak yumuşak, insanı çeken bir üslubu var. Çizgi olarak olağanüstü değil ama yumuşaklığı bunu örtüyor. Müstehcen ve rahatsız edici olabilecek hikâyeyi de aynı yumuşaklıkla anlatma mahareti gösteriyor, bu da önemli.

Etiketler:

Dehşet Vadisi

Roberto Raviola, oldukça genç sayılabilecek bir yaşta 57’sinde öldüğünde (1996) çoğu meslektaşına göre çok sayıda çizgi roman bırakmıştı geriye. Bugün, daha çok erotik çizgi roman (fumetti neri) türünde yaptığı çalışmalarla, kullandığı Magnus imzasıyla hatırlanıyor. Magnus ismi de Latince bir deyişten ilham alınarak kullanılmış: Magnus Pictor Fecit (Bunu büyük bir ressam yaptı). Magnus’un gerek hikâyeciliği gerekse çini mürekkebini kullanma biçimi, “Kara Çizgi Roman” adı verilen bir türün ortaya çıkmasında büyük pay sahibi. Magnus, hep gerçekçi hikâyeler çizdi, cinsellik ve şiddet anlatımın önemli bir parçasıydı. Çok çabuk çizilmiş, herhangi bir sanatsal kaygı taşımadan hikâyeler de anlatmadı değil elbet. Yetmişli yıllarda Fransa’da Métal Hurlant ve L'Écho des Savanes gibi dergilerde çizmeye başladıktan sonra çizgi romana bakışında önemli bir değişiklik olduğu söylenebilir. Herşeyden önce böylelikle Magnus ismi uluslararası bir nitelik kazanmıştır. Her göreni şaşırtan titizlikte, büyük zaman harcadığı anlaşılan, çini mürekkebini konuşturan kareler ve sayfaları bu dönemde üretmeye başlamıştır. Kendisine şöhret getiren erotik çizgi romanları üretmeyi sürdürse de yine büyük emek vererek, türün genel niteliğinin üzerine çıkan çarpıcı çalışmalar çıkarmıştır. Magnus, ömrünün son günlerinde Türkçe’de de yayınlanan önemli bir çalışma daha yaptı. Nizzi’nin senaryosunu yazdığı Dehşet Vadisi adlı bir Teks hikâyesi çizdi. Türkçe’de Özel Albüm adıyla yayınlanan büyük boy Teks kitaplarının iki temel özelliği var: Birincisi, önemli çizerlere sipariş edilmesi, ikincisi, uzun bir zamana dayalı bir üretimle tamamlanması. Bu iki özellik ister istemez farklı bir Teks ile karşılaşmamızı sağlıyor. Hikâyeler Teks kalıplarının çok dışına çıkamıyor ama çizgiler mutlaka iyi bir albümü garanti ediyor. Magnus’un çizdiği Teks ise çok uzun zamanda büyük emek harcanarak hazırlandığını hissettiren bir albüm, üstelik Magnus’un son çalışması olma özelliğini de taşıyor. Albüme bakarken Magnus’un “son çalışmam olabilir” düşüncesiyle çalıştığı da görülüyor. Öyle sayfalar var ki hikâyenin akışında hiçbir yeri olmasa da defalarca baktırıyor kendine. Onun egzotik, karanlık, tekinsiz dünyası ve o dünyanın meşum kadınları, kötü adamları Teks’e ne kadar uymuş tartışılır elbet. Özgür olabilseydi muhtemelen “adult” kategorisinde bir Teks çıkardı ortaya. Dehşet Vadisi, Teks müdavimlerinin dışında ilgiyi hak eden, özellikle çiniyle uğraşan herkesin incelemesi gereken bir albüm. Magnus, bir doğu deyişidir “nakkaş sabrı” göstermiş çünkü.

Etiketler:

Will Eisner...

Gerçekten [E]fsaneydi, sayfayı kullanımı, karelemesi, yapıbozumu daima cinlikler içeriyordu. Doğaldır ki yaptıkları yaygınlaştı, çok kullanıldı, taklit edildi. Çizgi roman tarihi hakkında, koşullar ve ortam hakkında ufuk açıcı çalışmaları oldu. Hepsi yıllarca referans olarak kullanılacak. Çok daha önemlisi dışarıya -değişimlere- açık olmasıydı, Avrupa'da en fazla tanınan Amerikalılardan biridir (ve bu bir kaç işlik saman alevi bir tanınırlık değildir)... Amerika'da mainstream çizgi roman tekellerine karşı yenilikçi(çizgi romanı başka yerlere taşımak isteyen) akımların sembol isimlerinden oldu. Ömrünün son yıllarını hakkettiği biçimde saygı görerek geçirdi. Bence çizgi roman tarihinin en zekice tasarlanmış, estetik ve insana haz veren 10 sayfasının içinde mutlaka ama mutlaka en az iki tane Eisner sayfası vardır…

Etiketler:

Manastırdaki Şeytan



The Convent of Hell, erotik bir çizgi roman. Rahibelerin bulunduğu bir manastırda şeytani bir erkek yaratığın ortaya çıkmasıyla gelişen bir hikâye anlatılıyor. 1965 doğumlu Arjantinli Ignacio Noe’nin çarpıcı çizgileri hikâyenin erotik gerilimini hakkını vererek yansıtıyor. Noe, Amerika’da erotik çalışmalarıyla (Doctor! I'm Too Big!, Ship of Fools, The Piano Tuner vd) oldukça başarılı bir çıkış yakalamış bir çizer. İlginçtir Türkiye’de Miço Çocuk dergisinde işleri yayınlanmıştı. Çoğunluğu sekiz sayfa olan bölümlerden oluşuyor The Convent of Hell. Daha önce süreli bir dergide yayınlandığı anlaşılıyor. Hayvan ile İnsan arası şeytani yaratığın tüm manastırı etkisi altına alması, manastıra gelenlerin (cinsel ilişkiyle gelişen) ölümleri, Vatikan’ın Manastırdaki Şeytan ile mücadelesi, anlatılan bölümlerin içeriğini oluşturuyor. Ciddiyetle anlatılan ama anlatılan şeyin kendisi komik olan bölümleri var hikâyenin. Şeytani yaratıkla istekle sevişerek manastırdan kaçmayı başaran genç kadının arkasından “gerçek bir azize” diye konuşuyor Vatikanlı din adamları. Manastıra müdahale etmek üzere gönderilen askeri kuvvetin erkeklik organları kutsanmış suyla yıkanıyor vs… The Convent of Hell için erotik bir hikâye demeyi tercih ettik, Türkçe’de yayınlanma imkânı olmayan, bir çok ülkede pornografik sayılacak çalışmanın estetik duruşu, çizgi romanın bütününde kendini hissettiren artistik hassasiyet bu tercihimizde etkili oldu

Etiketler:

Sezgin Burak Kitabı

Tarkan’ın yaratıcısı Sezgin Burak, Hayatı ve Eserleri adlı bir kitap çıkmış. Tarkan Çizgiromanını ve Sezgin Burak’ın Eserlerini Yaşatma Derneği kurulmuş, kitap da derneğin ilk yayını. Sezgin Burak’ın eşi olan Türkay Burak’ın yazar olarak imzası görülüyor ama ailenin ortak çabasıyla çıktığı anlaşılıyor. Türkiye’de çizgi roman sanatçılarına ait fotoğraf, resim ve anılardan oluşan kitaplar pek yapılmıyor, bu yüzden öncelikle ilginç bir çalışma olmuş. Sezgin Burak’ın pek çoğu daha önce yayınlanmamış çizgilerini, fotoğraflarını görmek türün ve dizinin meraklılarını mutlaka heyecanlandıracaktır. Albüme eşlik eden romantik bir metin de var. Kitapta yazılan ifadeyle söylersek, “kendi isteğiyle” genç yaşta aramızdan ayrılan Sezgin Burak’a yönelik, özellikle ailenin duyduğu yoğun özlemle oluşturulmuş bir metin bu. Kolay da değil, biri sekiz diğeri dokuz yaşında yetim kalan çocuklardan söz ediyoruz. Sezgin Burak’ın ölümü çocuk yaşta beni de çok etkilemişti, üzülüp ağladığımı hatırlıyorum. Çocuklarıyla aynı yaşlarda olduğumuz için bu acının gün be gün derinleştiğini tahmin etmek de zor değil. O sebeple kitap için şu söylenmeli: içeriği ve hürmetkârlığı ile (batılıların deyişiyle) bir “tribute” çalışması, bunu hatırda tutmak gerekiyor.
Dernekle irtibata geçerek kitaba ulaşmak isteyenler için
link

Etiketler: ,

Kuşkucu ve Özgürlükçü Bir Göçmen: Enki Bilal

(...) Bilal’in dünyasına aşinaysanız nasıl bir gelecekten geçtiğini, dün-bugün-yarın hattını nasıl istiflediğini bilirsiniz. Bilal’in geleceği derme çatmadır, kirlidir, salaştır. Sayfaları koksaydı eğer çöp ve rutubet kokardı. Anaakım bilim kurgunun hijyenik mekanlarına, iyi hesaplanmış şehir planlarına karşı duran, ters-yüz edici bir yorumdur Bilal’inki. Petrograd, Harlem, Paris, Cezayir ve belki İstanbul karışımı bir şehir gösterir bize. Kamerası sokağa indiğinde hep kirlilikle karşılaşırız, her yer eprimiştir, binaların sıvaları dökülmüş, boyaları matlaşmış, eskimiştir, üstelik etraftaki insanlar nedeniyle tekinsizdir. Berlin Duvarı’nın yıkılmasından sonra geleceğe ilişkin karamsarlığının derinleştiği görülebiliyor. 1980 yılında çıkan La Foire aux immortels’in faşist valisinin adı Choublanc, Fransızca kaybeden anlamında. Hikâyenin sonunda ne olacağını ta baştan haber veren bir klişe isim. Oysa sonraki albümlerde, iyiler ve kötülerin başkalaştığını, geçmişten çok daha farklı olarak ayrıştırılamaz bir hal aldığını anlatmak istiyor: “Dünya iki kampa ayrılmışken her şey çok basit hatta yalındı. Bizim taraf iyi karşı taraf şeytandı. Düşmanın nerede olduğunu biliyorduk. Bizim yetiştiğimiz dünya böyle bir yerdi. Onun içerisinde şekillendik. Sonra, ansızın, her şey çöküverdi. Değişim öylesine ani ve hızlı oldu ki farkına bile varamadık. Zihinlerimiz böylesi bir değişime hazır değildi.” Kaotik değişimlerin bellek yitimine neden olduğuna inanıyor ve ilerlemeyle ilgili iyimserliği olmadığı için kendisini çok etkileyen Bosna savaşını örneğin şöyle değerlendiriyor: “Neredeyse [her şey] bir on dokuzuncu yüzyıl savaşını andırıyordu. Son derece modası geçmiş bir savaştı. Zaten savaşın çıkmasına neden olanlar da ‘modası geçmiş’ insanlardı.” [Enki Bilal İstanbul'da sergi albümünde yer alan aynı başlıklı yazıdan bölüm]

Etiketler: ,

Pazar, Nisan 26, 2009

Korkunun Kol Gezdiği Gotik Anadolu

(...) Deli Gücük karşımıza birbirinden farklı binbir surette çıkıyor: Eşkıyaların kanlısı, çapulcunun can düşmanı, zorbaların avcısı bir efsane; mazlum emekçilerin koruyucusu bir sosyalist; tekinsiz siperlere dadanmış Osmanlı ruhu “Hasta Adam” ; yitik yolculara yardım eden bir derviş; Plevne’de Rus Kazaklara, Kırım’da Britanya Hussarlarına karşı savaşmak üzere zuhur etmiş intikamcı bir evliya; masallarda gezen Kargalar Padişahı; belki tüm numaralarının bir izahı olan vantrilog bir gözbağcı; Rumeli’ye musallat olmuş öfkeli bir Arnavut zebanisi; Mahşerin atlılarından Veba ya da Harp; şifacı, emci, ecinni; deli, veli…(...)
[Can Dağ, 24 Nisan 2009 Radikal Kitap'ta yayınlanan aynı başlıklı yazıdan alıntı…]

Etiketler: