Perşembe, Mayıs 31, 2007

Tahran Uluslararası Çizgi Bienalinde...

Uluslararası Tahran Çizgi Bienalinde çizgi bant yarışması var, son başvuru 22 Ekim'de...Ayrıntılar için bkz...
link 1
link 2

Tam Macera Sayı 3 Kapak

Çarşamba, Mayıs 30, 2007

Öldürdüler onu Ayhan!

(...) Üç dört yıl oluyor, Amasra’da balık rakıya boğmuştuk kendimizi, şarkılar türküler…İçkiden, muhabbetten ya da neyse ne Adem dökülüverdi.

Uğur B. Sertçelik çizdi, Aziz Tuna C. yazdı...

Tam Macera 3'te...
link

Dynamo 5 - Sayfa 2

Mahmud A.Asrar'ın çizdiği Dynamo 5'ten bir sayfa...
link

Pazartesi, Mayıs 28, 2007

Tayyar Özkan-Caveman Sergisi


Tam Macera Sayı 3 Ön İzleme

Her zaman şarkılar vardır, şarkılar başlar / Ölümler gözyaşı ister.

Turgut Demir çizdi, Murat Aşkır yazdı
Tam Macera #3'te yayımlanacak olan Hay Hak hikayesinin eskizlerinden biri...

Pazar, Mayıs 27, 2007

Notlar (4)

Türkiye’de çizgi roman, farklı sanat biçimlerinin çoğunda rastladığımız kendi sanatsal işlevinin dışında bir takım misyonlar üstlenmek gibi olumsuz etkilerden uzak kalabilmiş bir alan. Örneğin yerli çizgi romanın halkı bilgilendirmesi beklenmemiş, aydınlanmacı bir kaygısı hiç olmamış. Bakmayın, üreticilerine sorulursa halka tarih öğrettiklerinden söz edenler çıkar ama bunlar inanılacak türden değildir. O sebepledir ki pek çok çizerimiz yaşlandıklarında “tarih ve siyasete” bulaşıp, geçmiş üretimlerinden daha ağır işler yapmaya çalışırlar.

Türkiye’de çizgi roman denildiğinde akla serüven ve aksiyon gelir, ondan kimse ağırbaşlılık, vakurluk, öğretmenlik, kılavuzluk beklememiştir. Özellikle Türkiye’ye ilk girdiği yıllarda böylesi bir mantık kimsenin aklına gelmemiştir. Yabancı çizgi romanlar yerlileştirmeye çalışılmıştır ama yerli çizgi romanları eğitim amaçlı olarak kullanamamışlardır. Hep söylüyorum, Türkiye’de çizgi roman üretimi çocukları düşünerek gerçekleşmemiştir. Gazetelerin maddi gücü, gazete okurunu düşünerek çizgi roman üretilmesine neden olmuştur.

Aslında bu özgül yöne bir çizgi roman duygusu, bilinci ve sanat duyarlılığı eşlik etmediği için bu önemli fırsat ıskalanmış diye düşünüyorum. Kurmaca özgürlüğü bir sanat dışılık mecrasında ancak varolabilen bir köleliğe dönüşmüştür. Çizgi romanın kitlesever doğası, buradan türeyen bağlayıcı etkenlerle yaratıcı etkinliği olabildiğince daraltmıştır.

[Yukarıdaki yazıyı 1988 yılında yazmışım; son paragraf hariç küçük değişiklikler yaptım.]

İnkarcılığa karşı çizgi roman yayımlıyoruz

[Ömer Madra] "Acayip Havalar" Kate Evans'ın yarattığı, Özlem Dalkıran'ın Türkçeye çevirdiği bir çizgi roman. Tarihin ilk küresel ısınma çizgi romanı. Bu ay içinde piyasaya süreceğimiz kitapta George Monbiot ve benim önsözlerimiz var. Kitabın sloganı "Bu kitabı hayatını değiştirmek için kullan. Çünkü bundan sonra olacaklar senin şimdi neler yapacağına bağlı." Küresel ısınmanın tüm mekanizmalarını, sera gazlarının etkisini, bizi nelerin beklediğini ve neler yapmamız gerektiğini çok basit bir dille ve eğlenceli bir biçimde anlatıyor kitap. Ve inkarcılık mekanizmalarına karşı bizi uyararak, artık sorumluluğu elimize almamız gerektiğini anlatıyor. Kitap çizgi roman şeklinde ama içindekiler çok bilimsel. Bilmek istemediğiniz gerçeklerin hepsi bu kitapta.

link

Yeni bir mizah dergisi/ilavesi

Cıngar ve Ustura gibi denemelerden sonra İslamcı-Muhafazakar mizah dergilerine bir yenisi eklenmiş gözüküyor. Haber, Zaman gazetesinden...

(...) Aylık olarak yayınlanan Genç Dergisi’nin eki olarak yayın hayatına başlayan Cafcaf’la herkesin dergisi olmaktan ziyade düşünen, entelektüel ve espriyi önemseyen okurlara seslenmek istediklerini kaydeden Cafcaf’ın yayın editörü Asım Gültekin, 70 milyon insana seslenmek gibi bir amaçlarının olmadığını söylüyor. “70 milyona seslenmiyoruz. Sığlıklara teslim olmuş insanlar muhatabımız değil.” diyor. “Hedef kitleden ziyade hedef okuru önemsiyor, zeki ve matrak okurlara sesleniyoruz. 50 bin kaliteli okur bize yeter. Biraz entelektüel görünümlü bir dergiyiz.” diyen Gültekin, muhafazakar camiadaki mizah dergisi eksiğini giderdiklerini söylüyor (...)

link

Tam Macera Sayı 3 Ön İzleme

Tam Macera'nın yeni sayısında (Haziran, 2007) yeni bir ismin ilüstrasyonlarına yer verilmiş. Özgür Uğuz, ilgiyi hakeden bir maharet gösteriyor, türün meraklılarının dikkatine....

Cumartesi, Mayıs 26, 2007

Notlar (3)

Mizah dergilerinin argo ve cinselliğe dayandıkları, değil okumak! bakılamayacak denli ahlaksız oldukları söylenir. Siyasal anlamda romantik iddialar oldukları su götürmez. Mizah ile gülmenin kaynakları her nedense karıştırılıyor. Mizah doğal olarak yasak olanın, bastırılanın ters yüz edilmesidir. Argo, kullanılan dile; cinsellik esprileri ise mevcut ahlak anlayışına yönelik eleştiriler taşır. Nitelikten çok keskin bir genelme yapıldığı için yazıyorum. Argo ve cinselliği kullanmayan mizahçı yoktur.

Geçmişe yönelik yapılan kutsama ve güzellemeler büyük ölçüde yalandır. Mizahın çelebi, efendi ya da edepli olduğu bir dönem yaşanmamıştır.

İnsanlar günü yaşadıklarından, geçmişi güzellemeye, bugünü eleştirmeye ve yarından endişelenmeye eğilimlidirler.

Bugün takdirle hatırlanan Gırgır ya da Akbaba popüler oldukları dönemlerde aynı bağlamda eleştirilmişlerdir. Nedense hatırlanmıyor…Siyaseten mi söyleniyor acaba?

Ters köşe: LeMan uzunca bir süredir –bugün daha az olmakla birlikte- Ulusalcı bir siyaset izledi-izliyor (Özellikle son beş yılda LeMan’a cinsellik ve argo temelli bir eleştiri yapılmaması tesadüf mü?)

Türkiye’de mizah dergilerini argo ve cinsellik merkezli olmakla suçlayanlar en çok Ulusalcılar ve İslamcılardır. Elbette bu dergileri okumamalarına rağmen benzer eleştirileri sahiplenenler yok değildir ama onlar pek de derinlikli bakmazlar meseleye. Ya artık okumadıklarını kolayca itiraf ederler ya da lafı Gırgır nostaljisine bağlayıverirler.

Alternatif olma iddiasıyla Ulusalcı veya İslamcı mizah dergisi çıkar arada bir. Eleştirilen dergilerde yer bulamayan pek çok çizere yer açmak zorunda kaldıkları için kadroları sanıldığı kadar partizan değildir. O çizerler daha çok kendileri için çizerler.

Soru şu: Çok satışlı mizah dergilerine alternatif olarak çıkan yayınlar argo ve cinselliğe başvurmamış olabilirler mi? İsteyenle tartışabilirim.

Dolaylı gözüken bir soru kullanıyorum hep: Abdülcanbaz, Gözlüklü Sami olmasa okunur muydu? Argo ve cinsellik bağlamında bu soru bir düşünülmeli.

Sadece bugün için değil geçmişte de böyleydi. Mizah dergileri için net bir siyasi tavır olmazsa olmaz değildir. Ama argo ve cinselliği tabu sayan mizah dergisi olamaz.

Düzelteyim, Olur da oldu denilen dergi değil broşürdür. Satmıyor, dağıtılıyordur.

Deli Gücük 3 Ön İzleme

Tam Macera Haziran sayısında Deli Gücük dünyasını tanımaya devam ediyoruz. Darkulu Bey, korku edebiyatına yapılmış ilginç bir gönderme. Sert ve rahatsız edici sayfalar....

Coşkun Kuzgun çizdi, Aziz Tuna C. yazdı.

Memleket kokan adalet. Huzursuz seyyah, kargalarla konuşan adam, "yalan dünya, kahrolası hayat". Deli Gücük, Osmanlı taşrasında, dünyayla, alçaklarla, kendiyle hesaplaşıyor.

Cuma, Mayıs 25, 2007

Notlar (2)

Yeni çıkan hemen her çizgi dergisi varolan mizah dergilerini eleştiriyor, mutlaka farklı bir yön çizeceklerini vurguluyorlar. Öte yandan çoğu hemen kapanıyor ve aslına bakılırsa tüm iddialarına rağmen benzer formülleri uyguluyorlar. Üstelik bir çizerin yetişmesi için gerekli ortam ve zaman pek olamadığı için iyi kadrolarla da işe başlayamıyorlar. İyi çizgiciler, iyi öykücüler olmayınca çabuk kapanıyorlar.

Bir arkadaşım yeni çıkan dergilerdeki çizgi kalitesinin çeyrek asır öncesiyle kıyaslanmayacak ölçüde kötü olduğunu söyleyerek “hani ortaçağ zihniyeti diyorlar vallahi bu o işte” dedi. Gırgır’ın en büyük hizmeti genç çizerlere dergide işleri yayınlamasa bile yüksek telifler ödemesiydi. Bu teşvik, yetenekli ama tembel, sabır bilmez pek çok adamı çizgiciliğe bulaştırmıştır. İster istemez yeniden çizmeyi özendiren bir sistem oluşturmuştur.

Bugün çizenler daha inatçı ve tutkulu adamlar gibi geliyor bana. Geçmişle kıyaslanırsa para için çalışmıyorlar her şeyden önce. Meslek kalıplarından çok özlemle çiziyorlar. Çizgi kalitesinin düştüğü fikrine katılıyorum ama daha heyecanlı çizgiciler var artık.

Bir çizgi roman dergisi reklamı

Büyük Ateş, 1960 (ilk sayısı 5 Nisan) gazete ilanı.

Perşembe, Mayıs 24, 2007

Notlar (1)

Hep bir dergi fazlalığından söz ediliyor ama özgün-yerli üretime dayalı dergi sayısı her geçen gün azalıyor. Hakeza satışlar düşüyor, piyasa daralıyor. Türkiye’de dergicilik bitiyor demeyeceğim ama bunu diyebilecek çok uzman çıkar onu söyleyebilirim. Eskisi kadar çizer çıkmıyor dendiği zaman bu gerçeği hatırlamak gerekiyor.

Geçimini dergilerde çalışarak sağlayabilen çizer sayısı da azaldı. Amatör çizerler deyim yerindeyse akacak mecra bulamıyorlar. Bulanlar da bu yoğun emek isteyen işin karşılığını hakkaniyet ölçülerinde alamıyor. Bu şartlar altında çizerlik çok dar bir alana, bu alanın yüzölçümüne sığacak sayıda insana kaldı.

Böylesine bir daralma mevcut çalışanları da etkiliyor, daima bir yarın endişesi taşıyorlar. Hemen her çizer çalıştıkları dergilerin er ya da geç kapanacağına inanıyor. Kapanırsa ne yaparım sorusunu hemen herkes kendine soruyor. İyi tarafından düşünülürse bu çoğu çizeri dinamik kılabilir, pek çok işe veya aynı işi yapan yabancı çizerlere göre daha esnek olabilir, şartlara daha kolay uyum sağlayabilirler. Kötü olan ise yarın korkusudur; günü yaşamak zorunda olmak üretimleri etkiler.

Koşullara direnmek adına yenilikçi olmak gerekir ama yarın korkusu, tutan bir formülü değiştirmek konusunda sert bir tereddüt yaratır.

Deniyor ki hiçbir yenilik yapılmıyor çizgi ile ilgili dergilerde… Yenilik ister istemez risktir. Satış kaygısı, riskli olan her eylem ve değişikliği engeller, engel olmasa bile mutlaka yavaşlatır.

Salı, Mayıs 22, 2007

Kupa

Şövalyenin prensesi kurtaracak altın kupayı akşama kadar bulup şatoya dönmesi gerekiyordu. Atına atlayıp ormana doğru yola çıktı. Ormana yaklaştığı sırada yolun kenarında duran ak sakallı bir ihtiyar gördü. İhtiyar ona işaret edince durdu, nereye gittiğini sorunca da görevini anlattı. İhtiyar sakalını ovuşturup yapması gerekenleri tek tek söyledi. Şövalye teşekkür ederek yoluna devam etti. Kaybedecek hiç zamanı yoktu.

Ormanda dans eden geyikleri izleyerek kara sakallı büyücünün kulübesini buldu. Büyücüyü öldürüp, pelerininden aldığı anahtarı kulübenin yanındaki göle attı. Göldeki kırmızı balıklar bir süre sonra altın kupayı ona getirdiler. Tüm bunlar neredeyse bütün gününü almıştı. Şatoya doğru hızla yola çıktı.

Ormandan çıktığında, güneş bir mızrak boyu yükseklikteki kırmızı bir top gibiydi. Mızrağın ucundaki kendi başı gibi göründü ona. Gözlerinin önüne prensesin solgun yüzü geldi. "Yetişemeyeceğim, bu güzellik yok olacak", diye acıyla düşündü. Ansızın sabah gördüğü ihtiyar oracıkta beliriverdi. "Bu ne acele şövalyem?" diye sordu. Şövalye telaşla, "Bu sefer bana yardım etmenize imkân yok" dedi. "Şatoya zamanında yetişemeyeceğim. Prenses ölecek." İhtiyar yeniden sakalını ovuşturmaya başladı. "Tek bir çare var ama sonuç hoşuna gitmeyebilir." Şövalye heyecanla sözünü kesti: "Her şeye razıyım, yeter ki prenses ölmesin." İhtiyar, "Dileğin gerçekleşecek" dedi ve gözden kayboldu.

Şövalyenin onun nereye kaybolduğunu düşünecek vakti yoktu. Atını hemen dörtnala kaldırdı. Biraz gitti sonra güneşe baktı. Neyse ki güneş hâlâ aynı yükseklikteydi ama şato da ufukta bir türlü belirmiyordu. Bu şekilde bir süre daha gittikten sonra ileride bir karaltı gördü. Yaklaşınca onun aynı ihtiyar olduğunu şaşkınlıkla fark etti. İhtiyar ona dingin gözleriyle baktı, "Bu ne acele şövalyem?" diye sordu.

M. YILMAZER

Resim için link

Pazartesi, Mayıs 21, 2007

Kle 6 yayında

Cuma, Mayıs 18, 2007

Sezgin Burak'a Saygı Günü Fotoğrafları

Perşembe, Mayıs 17, 2007

Türk-Yunan Çizgi Romancılar

Daha önce Yunanlı çizgi romancılarla ortak bir çalışma yaptığımızı duyurmuştuk. Teklif onlardan gelmiş, onların projelerine çizer olarak katkıda bulunmuştuk. Tam Macera’dan çalışmaları yayınlanan Ozan Küçükusta, Coşkun Kuzgun ve (sanıyorum üçüncü sayıda bir çalışması çıkacak olan) İlker Gazioğlu çizgi romanlarıyla, Mahmud A.Asrar da ilüstrasyonlarıyla bu ortak çalışmaya katkıda bulundular. Bir hafta kadar önce albümü bana da yollamışlar, görebildim. Yunanca olduğu için hikayelerin içerikleri-senaryo hakkında bir şey söyleyemeyeceğim. Sadece tek bir öykünün İngilizce’den Türkçe’ye çevrilmiş halini gördüm. İronik bir süper kahraman öyküsüydü. Albüm olarak genel olarak söyleyebileceğim ise iyi kağıt, iyi baskı, çok sayfalı ve kallavi olduğu. Marvel’in seksenlerin ikinci yarısında yayınlandığı albümleri hatırlatıyor diyebilirim. Yunanistan’da büyük bir pazar olduğu söylenemez ama yayıncılık anlamında pek çok önemli çizgi romanın orijinalinden daha iyi basıldığını iddia edebilirim. Arkadaşlarımızın katkıda bulunduğu bu albüm bile yüksek satış iddiası taşımamakla birlikte gerçekten nitelikli basılmış.

Yakın bir zamanda Yunanlı çizerler de arkadaşlarımızın senaryolarını çizecekler ve ortaya çıkan çizgi romanlar Tam Macera’da yayınlanacak, haber olarak duyuralım.

Pazar, Mayıs 13, 2007

George Clooney, Jack Kirby, Işık Tanrısı ve Tahran'dan Kaçış

Bu yazıda gelecek bir filmin haberini vereceğim ama hemen bunun bir çizgi roman uyarlamasi olduğunu sanmayın, sadece öykünün yan kahramanlarından birisi tanıdık bir çizgi romancı o kadar...

Söz konusu filmin adı Escape From Tehran. İlginç bir CIA operasyonunu anlatacak olan bu film bizi İran'daki rehine krizi yıllarına geri götürecek ve İran'daki Amerikan büyükelçiliği basıldığında oradan kaçmayı başaran bazı Amerikalılar'ın CIA tarafından nasıl ülkeden kaçırıldığını öncesiyle birlikte gözler önüne serecek.

Wired dergisinde yayınlanan makaleye gore CIA bu operasyon için Hollywood'da paravan bir film şirketi kurar ve kendilerini aslen Kanadalı gösteren bu gizli servis çalışanları bir film çekeceklerini söyleyerek İran'a sızarlar. Ancak bu öyle yazıldığı gibi kolay gerçekleşmez elbette, her detayı düşünmeleri gerekmektedir. Ve tabi öncelikle de hangi filmi çekeceklerini... Film için tecih Roger Zelazny'nin Doğu motifleri barındıran Lord of Light (Işık Tanrısı, İthaki Yay.) adlı bilimkurgu filmi olur ve filmin reklamları çeşitli dergilerde yayınlanır bile. Bu reklamlarda kullanılan ünlü bir isim de film için mekan tasarımları yaptırdıkları hepimize tanıdık gelen bir isim, Jack Kirby'dir.

Bu ilginç konulu film için yönetmen olarak adı geçen isim Good Night, and Good Luck'da başarısını kanıtlayan George Clooney. Bakalım George Clooney kamera arkasına geçerse bu film içinde film barındıran öykünün senaryosunda tarihi gerçeklere uyulup Jack Kirby de kendine bir yer bulacak mı bekleyip göreceğiz.

Bahsi geçen wired makalesi:
http://www.wired.com/wired/archive/15.05/feat_cia.html

Jack Kirby'nin tasarımlarından örnekler:
http://www.lordoflight.com/art.html

Persepolis fragmanlari

Marjane Satrapi'nin dort kitaplik cizgi romani Persepolis'ten uyarlanan ayni adli animasyon film 2 Kasim 2007'de Turkiye'de gosterime giriyor. Yönetmenligini Vincent Paronnaud ve Satrapi'nin birlikte ustlendigi filmin seslendirme kadrosunda Catherine Deneuve, Danielle Darrieux, Simon Abkarian gibi isimler var. Filmin Turkiye dagitimini ise Bir Film yapacak.






Perşembe, Mayıs 10, 2007

Tarkan’ın 40. Yılı

Tarkan’ın 40. Yılında Sezgin Burak ve Eserleri Sergisi

15 Mayıs 2007 Salı günü Adapazarı Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek etkinlik programı şöyle:

14:00 Sergi Açılışı
14:30 Sinevizyon Gösterimi
14:45 Söyleşi
15:30 TARKAN “Viking Kanı” Film Gösterimi

link

Salı, Mayıs 08, 2007

Kaptan Ahab, Moby Dick'in Peşinde...

Bizim Ahmet hayal saati sitesinde Sabah gazetesinden bir haber-röportajı alıntılamış. Suat Yalaz, Karaoğlan’ın film projesinden bahsediyor ve laf dönüp dolaşıp, dile kolay geliyor ama az değil, tam kırk yıldır yaptığı şeyi yineliyor ve Kartal Tibet’i itham eden sözler sarfediyor. Tibet’in başka firmalarla film çevirerek kendisini yarı yolda bıraktığını bu yüzden de sinema serüveninin bitmek zorunda kaldığını, neredeyse bitmez bir öfkeyle yineliyor. Ayrıntısına girmeyeceğim, Yalaz’ın sinema serüvenini bitiren Tibet değildir, ekonomik sıkıntıları, karşılaştığı icralardır. Yanında çalıştığı insanlara maaşlarını veremez duruma gelmiştir. Kartal Tibet, hakkında söylenenlere sadece bir kez o da ilk söylenildiği zamandı sanıyorum bir cevap veriyor, o kadar. Kim haklı kim haksız meselesini bir kenara bırakıyorum. Kırk yıl boyunca hiç usanmadan, her defasında sanki o anı yaşar gibi bir olay, bir anı, bir insan nasıl anlatılır, doğrusu bunu anlayamıyorum.

Üniversiteye ilk girdiğim yıllarda bizim fakültede ders veren, emekliliği gelmiş iki öğretim üyesi vardı. İkisi de aslen gazetecilerdi, en az otuz yıl birlikte çalışmışlar. İsim vermeyeceğim, biri felsefe kökenliydi, diğeri edebiyat diyelim. Felsefeci olan yazı işleri müdürü olarak amirliğini yapmış diğerinin. O Edebiyatçının Felsefeciye duyduğu nefretin benzerine hayatım boyunca rastlamadım. Felsefeci onu umursamazdı ama arada bir iki laf eder, diğerini gerçekten çıldırtırdı. Edebiyatçının durumunu düşünün! birini sevmiyorsun ama onunla çalışmak zorundasın. Hem de yıllarca… İş değiştiriyor, üniversiteye giriyorsun, yine aynı adam yakınında!… Hocalar, öğrenciler bu durumu bilir, gülerek birbirlerine anlatırlardı. Hınzır öğrencilerin sırf onları kızdırmak için laf taşıdıklarını biliyorum. Gerilimleri nedeniyle hemen herkesi güldüren, isimleri mutlaka bir arada hatırlanan insanlardı. Sonra emekli oldular. Plaket verilecek, biri diğeri geliyor diye gelmedi törene. Yedi sekiz yıl önce Felsefeci olan vefat etti. Bir yıldır okulda Ankara Basını ile ilgili kapsamlı bir belgesel yapılıyor. Edebiyatçı ile de konuşulmuş, merak edip ne söylediğine baktım. İnanılır gibi değildi, Edebiyatçı yine o Felsefeciden öfkeyle söz ediyordu. Adamın ölmesi yetmemiş, hâlâ tekrarlıyor, aynı şeyler, aynı sözler…Bilemiyorum belki onu hayata bağlayan bir nefret bu… Belki başka türlüsünü bilemiyor.

Bir iki gündür aklımdaydı, bir de üzerine Suat Yalaz’ın söylediklerini okuyunca, bu yoğunluk bana çok geldi… Romanesk olduğu kesin ama bu yoğunluk için sadece yazık diyebilirim!

Cumartesi, Mayıs 05, 2007

Taner Duran'ın DA sayfası

Setne ve Taş Tanrılar'ın genç çizeri Taner Duran'ın deviantART'taki sayfasında ilginç çalışmalarından örnekler var.
link

Yener ve Taner Duran ile konuştuk

[Setne ve Taş Tanrılar adlı yerli çizgi roman albümünün yaratıcıları olan Taner ve Yener Duran ile konuştuk. Kamra Yayıncılık tarafından yayınlanan albüm çizgi roman satan her yerde bulunabiliyor.]

Aşağı yukarı iki senede tamamladık. Aslında toplam üretime harcadığımız süre bundan çok kısa fakat hayatımızda öyle hareketli bir döneme denk geldi ki bazen bitirebildiğimize bile şükrediyoruz (…) Yine de masalsı havası, dostluk, kardeşlik gibi temalara yaptığı vurgularla Tolkien ve Miyazaki, görsellik ve anlatım olarak da Mignola ve Milazzo (tabii ki kaçınılmaz olarak Berardi) bir adım öne çıkanlar (…) Epik bir macera anlatmak istiyorduk yola çıktığımızda. Bir yandan da kadim Anadolu kültüründeki tarihi, arkeolojik ve mitolojik malzemeleri kullanmak istiyorduk. Vardığımız noktada yeni bir dünya kurgulamaya başladığımızı gördük. Bu “dünya kurma” meselesi “fantastik-kurgu” türüne dahil edilen bir konu sanırım. Ancak hikayenin yazarı olarak ben , “fantastik-kurgu” türüne hiç yakın biri değilim (…) Zaten biz hikayelerimizde coğrafyalar ve zaman ne kadar genişlerse o kadar zevk alıyoruz. Hem görsel olarak zenginlik sağlıyor, hem de bizim için işi daha gerçekçi kılıyor. Diğer yandan bu bizim yaptığımız bir yolculuğun da hikayesi, çünkü kitabı alanlar şunu görecektir, kahramanlarımızla birlikte biz de çizgi ve anlatım olarak sürekli yol alıyoruz. Yani okuyucular bir yandan hikayeyi izlerken bir yandan da 2 kardeşin çizgi roman alemindeki seyahatlerini izleyebilirler (…) Ruhunu birisiyle paylaşmak da bizim gibi birbirine çok yakın iki kardeş için yabancı bir konu değil. Sonuç olarak bizi iyi tanıyan birine, “bunlar bir gün bir hikaye anlatsalar, bu hikaye hangi fikir etrafında gelişir?” diye sorsaydınız size “ruhunu aramak ve paylaşmak” cevabını verirdi sanırım (…)“Türkiye de yeni ve daha önce denenmemiş bir iş yaptık” demek fazla büyük geliyor. Yola çıkarken de bir grafik roman yapalım, bir ilke imza atalım diye düşünmedik hiç. Tek istediğimiz, demin de dediğim gibi, “epik bir macera” anlatmaktı.

röportajın tamamı sitemizde